EDİTÖR Mayıs 2007, Sayı:153, Sayfa:1
Aylardır Türkiye’nin birinci gündem maddesi olan Cumhurbaşkanlığı seçiminde nihayet sona gelindi. Ak Parti’nin Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Sayın Abdullah Gül’ü Cumhurbaşkanı adayı göstermesi ile tünelin ucu göründü ise de, tansiyon düşmedi; görünen o ki, ne Jakoben elitin komitacı tertipleri bitecek ne de genel seçimlerin yakın olması sebebiyle siyaset kazanı soğuyacak. Nisan sayımızda, halk çoğunluğunun Cumhurbaşkanlığı konusundaki eğilimini, “Merkezin Değil Herkesin Cumhurbaşkanı” şeklinde dillendirmiş ve bu derin millet talebinin çerçevesini çizen bir dosya sunmuştuk. Bu sayımızda ise, seçilmesine kesin gözüyle bakılan Sayın Abdullah Gül’ün Çankaya Köşkü’ne oturmasını, Türkiye’nin sosyolojik ve tarihi gerçekliği bağlamında farklı açılardan analiz eden yazıların yer aldığı bir dosya ile karşınızdayız. Umarız bu gelişme, Türkiye için bir fırsat, milletin gerçek iktidarına gidişte önemli bir adım olur. Türkiye’nin yüzyılı aşkın bir süreyi kapsayan yakın tarih kesitini, devlet aygıtını elinde tutan ve kendisini ‘merkez’ kabul eden ‘devletçi seçkinlerin ‘çevre’ olarak algıladıkları halk kesimi ile ilişkilerinin tarihi olarak tanımlayan tarihçi Ahmet Cemil Ertunç, “çevre”nin “merkez”e yerleşmesinin sadece aktörlerin değişmesi düzeyinde kalmaması, kendi değerleriyle birlikte merkezde varlığını koruması gerektiğinin altını çiziyor. Yakın tarihimizin olana göre değil de “olmayana göre” okunduğunda, gelinen noktanın daha iyi ve doğru değerlendirilebileceğinden yola çıkan D.Mehmet Doğan, ‘halka rağmen halk için’ şeklinde formüle edilen dayatma bir ideolojinin ve onun temsilcileri olan ‘devletçi seçkinler’in her darbe döneminden sonra hüsrana uğradıklarını, artık halka karşı demokrasiden halk için idareye geçmek zamanının geldiğini vurguluyor. Konuya, sistemin meşruiyet sorunu açısından yaklaşan sosyolog Mustafa Aydm, seçkinci yapının oldu bitti kendisini halk etosu olan dinin dışında gördüğünü, toplumu bir referans ve meşruiyet kaynağı değil, aksine kolayca şekillendirilebilecek bir bal mumu gibi gördüğünü, gerilimin de buradan doğduğunu analiz ediyor. Hikmet Demir de, bu gerilime son verilmesi bağlamında Sayın Gül’ün Cumhurbaşkanlığının hem merkez-çevre ilişkilerinin hem de devlet halk birlikteliğinin daha sağlıklı bir zeminde inşası için önemli bir şans olabileceğine işaret ediyor. Cumhurbaşkanlığı etrafında sürdürülen güç mücadelesini sosyolojik bir analizle çok farklı bir perspektiften ele alan Dilaver Demirağ ise, “Leviathan Rahipleri”, “Büyük Gösteren”, “Sembolik Sermaye”, “Biyo-Politika” “Hınç”, “İstisna” gibi kavramlardan yola çıkarak Özgürlükçü-Anarşist İslâmî modele kapı aralıyor. Umran’ın Mayıs sayısında ıskalanmaması gereken kalıcı ve derinlikli yazılara da dikkat çekelim: Yıldırım Canoğlu, dört aydır sürdürdüğü gençlik araştırmasında çözüm olarak “bu sistemi değiştirmeyi” öngörüyor. Asım Öz, Salman Rüşdi tipolojisinden hareketle, şer odakların Kur’ân’ı hayatın dışına itme projelerini tahlil ediyor. Abdullah Yıldız’ın bu sayıdaki sohbet konuğu ise, “müslümanca düşünme”yi öğreten adam: Rasim Özdenören. Umran/Ek’de ise; Rand Corporation’un Mart 2007’de yayınladığı “Ilımlı Müslüman Ağı Oluşturmak” isimli raporun Sonuç ve Tavsiyeler bölümü yer alıyor. Unutulan “fetih ruhu”nu yeniden diriltme ve yeni Umranlarda buluşma duası ile.