Editör Ocak 2020, Sayı: 305, Sayfa: 1
Bugün, İslâm dünyasını esir alan sömürgeci ülkelerden ziyade bizzat kendi yöneticileri. Ne yazık ki, dünya nüfusunun dörtte birini
oluşturan Müslüman dünya kendi içinde birlik oluşturamadığı için ekonomide dünyadaki ağırlığı onda birden, siyasi güç dengeleri
içinde ise ellide birden bile daha düşük. Müslüman dünyanın geri kalmışlığının resmini oluşturan sorunlara bakıldığında, bu resmin
en büyük sebebi artık Müslüman olmayanlar değil, maalesef bizzat Müslüman dünyanın kendi aktörleridir.
18-21 Aralık’ta Malezya’nın başkenti Kuala Lumpur’da toplanan 2019 Kuala Lumpur Zirvesi, İslâm âleminin makûs kaderini tersine çevirme adı altında yapılan büyük toplantılar, protestolar ve okunan iddialı bildirilerin müşahhas değişim gerçekleştirememesinden alınan bir ders mahiyetindedir. Büyük kalabalıkların mukaddes davalar uğruna bir araya gelmesi hürmete şayan bir gayret olmakla birlikte tek başına muvaffakiyet getirmekte yeterli değildir. Bu tür teşebbüslerden beklenen değişim ve dirilişin hâsıl olması için, bir araya gelen kalabalığın küçük veya büyük somut bir şey yapmaya müteveccih adım atması gerekir.
Kuala Lumpur Zirvesi’ne katılan ülkeler İslâm dünyasının ve temsil ettiği kurumların yaşadığı rutinin ve etkinlik eksikliğinin dışına
çıkmak, ümmetin çıkarlarına veya ulusal çıkarlara hizmet yolunda kendi İslâmî kültür ve ortak medeniyet kimliğine dayanmak istediler. Böylece ortak teknoloji, kalkınma ve ekonomi projelerini hayata geçirmek için çok iyi fırsatlar yakalanacak, ayrıca ümmetin. özellikle de Filistin sorunu yanı sıra Keşmir, Burma ve Çin Müslümanları gibi sorunlarını ve konularını ifade etme noktasında daha fazla etkinlik ve güç verecek.
Aslında bu zirve, ilk değil beşinci defa toplandı. İlki 2014 yılında yine Mahathir Muhammed’in girişimiyle, kendisi başbakan değilken başlatılan bu faaliyet dünya çapında Müslüman entelektüellerle yeni bir İslâmî siyasi düşüncenin üretilmesi, beslenmesi ve geliştirilmesi amacıyla her yıl düzenlenmesi planlanan bir faaliyet şeklinde ortaya çıktı. İlk ikisi takip eden yıllarda aksamadan Kuala Lumpur’da, üçüncüsü Hartum’da, dördüncüsü de geçtiğimiz yıl Mahathir tekrar başbakan olarak seçilmeden hemen önce İstanbul’da düzenlendi. Malezya, Türkiye, İran ve Katar’ın devlet başkanları düzeyinde katıldığı zirveye 18 ayrı ülke de farklı düzeylerde resmî katılım gösterirken yine İslâm dünyasının her yerinden toplam 450 Müslüman düşünür, akademisyen, âlim ve kanaat önderi de katıldı. Zirvenin temelini oluşturacağı düşünülen Türkiye-Malezya ve Pakistan üçlü yapısının,
Pakistan’ın katıl(a)maması dolayısıyla akamete uğradığı ileri sürülebilir. Bununla birlikte, Katar ve İran’ın katılımıyla ortaya yeni bir
formülasyonun çıktığı ve bu yapının kısa ve orta vadede genişletilebileceği göz ardı edilmemelidir.
Gözlerin sürekli üzerinde olduğu, daha çok da çatışmacı yaklaşımlarla gündeme gelen Ortadoğu yerine, Malezya’nın da içinde bulunduğu çok kültürlü, çok dinli toplumlara ev sahipliği yapan Güneydoğu Asya coğrafyasının merkez başkentlerinden birinde gerçekleşen zirve belki çokça ihtiyaç duyulan yeni ve farklı bir algı ve düşüncenin ortaya konması bakımından dikkat çekicidir.! Zira İslâm ülkeleri, ellerindeki maddi, kültürel ve coğrafi vs. imkânları kullanamadığı gibi gelir eşitsizliği, siyasi yönetim beceriksizliği, özgürlük ve adalet sorunları, iç savaşlar, çatışmalar ve kültürel sorunlarla boğuşmaktadır. Demografik açıdan Müslümanlar, dünya nüfusunun yaklaşık dörtte birine karşılık gelmesine rağmen tüm Müslüman dünyası, küresel gayri safi yurtiçi hasılanın sadece yüzde beşine katkıda bulunmaktadır.
Başlangıçta bir alternatif olma iddiası olmayan bir faaliyetti Kuala Lumpur Zirvesi ama belli ki bir ihtiyaçtan, mesela İslâm İş Birliği Teşkilatı’nın yetersizliğinden doğdu. İslâm İş Birliği Teşkilatı’nın ümmeti temsilde yetersiz olduğunda, dolayısıyla da yeni organizasyonlara gidilmesi gerektiğinde şüphe yoktur. Ne var ki Kuala Lumpur Zirvesi (en azından şimdilik) İslâm İş Birliği Teşkilatı’nın yerine geçebilecek alternatif bir teşkilat peşinde değildir. İslâm İş Birliği Teşkilatı’nın pasif kalması nedeniyle Arapların dışındaki Müslümanların daha bir öncü rol oynaması beklenen yeni bir Müslüman Ülkeler Teşkilatı’nın oluşturulması ihtiyacı ortadadır. Ulusal Malezya Organizatör Enstitü Başkanı'nın da dediği gibi halifelik veya onun yerini tutacak merciinin olmayışı bu ümmetin önemli sorunlarından birisidir. Zirveyle birlikte İslâm İş Birliği Teşkilatı yeniden sorgulanmaya başlandı. Zira elli yaşını geride bırakan teşkilat, İslâm dünyasının sosyal-politik temsili ve mesela örgütün hedefinde özel olarak zikredilen Kudüs’ün statüsünün belirlenmesinde bir mesafe kat edememiş, Filistin halkının mevcut acıklı sorununa bir çözüm getirememiştir. Hatta daha trajik olan, Filistinlilere karşı İsrail ile el ele Arap toplumları ortaya çıkmıştır.
Kuala Lumpur Zirvesi’nde benimsenen ortak kanaate göre aslında İslâm dünyasının sorunu güçsüzlük ve imkânsızlık değil, organize ve uygulama eksikliğidir. Gerçekten de İslâm ülkeleri büyük imkânlara sahiptir. Dünya petrol ve doğal gaz yataklarının yüzde 58’ini Müslüman ülkeler ellerinde bulundurmaktadırlar. Buna rağmen Müslüman toplulukların önemli bir kısmı sadece bilgisizlik ve cehaletle boğuşmuyor; açlık, kıtlık ve fakirlikle baş edebilmek için uğraşıyor, asgari hayatını sürdürebilme çabası veriyor.
Günümüz toplumlarının yaşadığı problemler dikkate alındığında, İslâmî temelli çözüm önerileri ve kurumsallaşmaların sadece İslâm toplumları ile sınırlı olmadığını fark etmek gerekiyor. Çünkü adına evrensel denilmekle birlikte nihayetinde hem teoride hem pratikte şüpheye, ayrıştırmaya, ötekileştirmeye adanmış Batı merkezli yaklaşımların dışında ve ötesinde bütünlükçü ve kapsayıcı olarak diğer toplumları da bünyesine alabilecek bir bağlamı olduğuna dikkat çekmekte fayda var. Bu yüzden Türkiye, Malezya, Pakistan, İran ve Katar’ın bulunduğu, İslâm ülkelerinin katılımcı olduğu birliktelikler hayati derecede önem taşımaktadır.
Çokça tartışılan İslamcılığı, Müslümanların kimliklerini ona referansla oluşturduğu İslam’ın “modern dünyada yapıcı bir biçimde var olması gerektiğini iddia eden bir siyasal projeler bütünü” şeklinde ele almak gerekir. Bu bağlamda hilafetin ilgasından sonra İslâm ülkeleri için etkin bir çerçeve oluşturma girişimi yeni bir durum değildir. Türkiye Başbakanı merhum Necmettin Erbakan’ın yirmi yıl önce D-8’i oluşturma çabası bu girişimlerin en belirginiydi. Erbakan kısmen başarılı oldu ancak düşüncenin devamlılığı ve başarısı sağlanmadan kendisine darbe yapıldı. Zirvenin üyelerine sağlayacağı ekonomik, siyasi ve askeri ağlarını benimseyen rejimler üzerindeki büyük yararlarına rağmen büyük güçlerin ve özellikle de ABD’nin engelleme çabalarına karşı dikkatli olmak gerekiyor.
Müslümanların dünyadaki siyasi duruşunu ve ahlaki pozisyonunu ifade eden, dahası Müslümanların tarihsel devamlılıklarını yeniden idrak edebilmelerini ve geleceğe bakabilmelerini sağlayan yeni arayışlar, küresel aktörlerin İslâmcı güçleri zayıf, geri kalmışlık, bölünmüşlük ve bağımlılık halkası içinde tutma planlarıyla çakışıyor. Ayrıca bu düşünce, İslâm dünyasındaki klasik liderliğe sahip ve kendilerini Amerikan siyaset çatısı altına koyan ülkelerin siyasi yaklaşımlarıyla da çelişiyor. Mevcut şartlar altında İslâm ülkelerinin kendilerini siyasal bir öznellik şeklinde ifade edebilmelerinin imkânlarını gösteren Kuala Lumpur Zirvesi ve akabinde atılacak adımlar İslâm ülkeleri ve gelecekleri açısından oldukça önemlidir.
Yeni sayımızda buluşmak temennisiyle...
Umran