"Emr-i Bilmaruf Nehy-i Anilmünker" Cemaatler, Toplum ve Siyaset

 

EDİTÖR                                                         Ekim 2016, Sayı:266, Sayfa:1

  15 Temmuz işgal hareketinin ardından çokça tartışılan konular arasında cemaatler de yer alıyor.  Fransız tipi jakoben laiklik uygulamalarına dönmeyi düşünenler dahi bulunuyor. Oysa bu modelin, ilk çıktığı ülkede dahi bir tür laiklik cemaatçiliğine dönüşmüş olduğu son derece açık. Keza dünyanın neresinde olursa olsun, sekülerler dahi kendileri itiraf etmek istemeseler de bir komünite içerisinde yaşamaktadırlar. Elbette, cemaatler söz konusu olduğunda gizlenme telakkisinden tutun da ilim telakkisine değin birtakım çok ciddi sorunların varlığı da yadsınamaz. Kendi cemaatinin hizmetleri aksamasın diye veya kendi iktidarının selametine halel gelmesin diye, kendinden olmayan İslâmî grupların başına gelenleri önemsememekle başlayan pragmatist tavır, sonuçta milliyetçi kavgalara ve iç savaşlara kadar varıyor. Bu tavır da yine temelde masumane bir inanışa dayanıyor ki bu inanışa göre bağlı olunan grup,  güya Müslümanların tümünün kurtarıcısı olacaktır. Bu yüzden diğer grupların başının sıkışmış olması, geçici bir durum olarak telakki edilir,  bağlı bulunan yapı  gücünü toparlayıp onları da kurtarabilecektir. Cumhuriyet Türkiye’sinin merkezi, çevreyle ilişkisini sağlayacak damarları kestiği için kente gelen insanlar büyük ölçüde cemaat havzalarına dâhil olarak geleneksel dokularını muhafaza etmeye çalıştılar. Bu süreçte siyasal arenada rol alan özellikle sağ/muhafazakâr çizgi, kente yığılan bu geniş kitlelerin reylerini alabilmek için cemaat (tarikat) havzalarıyla iletişime geçtiler. Böylece aslında “illegal” olan, dahası sistem tarafından gayri meşru görülen  bu yapılar zımnen legal bir görünüm kazandılar. Birçok siyasi figür, meşruiyetini bu havzaların icazetlerine borçlandı. Bu durum dinin araçsallaşmasına sebep olmanın yanında, adeta cemaat havzalarının  “menfaat devşirme yerleri’’ olarak kodlanmasına hizmet etti. Muhafazakâr veya sol endeksli kültürel İslâm’ın belediyeler aracılığıyla sergiledikleri kültürel etkinlikler dinin ruhunu ve canlılığını belki de bu yüzden yansıtamıyor. Çünkü amel bir ‘rol yapma’ya dönüşüyor. Batıda kutsallığın sanatla temsil edilmeye başlanması, sanatın da sinemada velut bir alan bulması, sinemanın da rol yapmakla ilişkili olması, rol ile gerçeğin birbirinden ayrılabilme imkânını nasıl çoğaltarak küreselleştirmişse; imanla amelin birbirinden ayrılarak ibadetin role dönüşmesi de aynı şekilde küreselleşmiştir. Bununla birlikte cemaatler gönüllülük esasına dayalı olarak örgütlenebilmeli ve meşruiyet dairesinde belirledikleri amaçlar doğrultusunda, yönetim üzerinde baskı mekanizmaları oluşturabilmelidirler. Devlette çalışan bir memurun da görev talimatlarını sıralı amirlerinden alması, gönül bağı kurduğu cemaat ile yaptığı görev arasında herhangi bir ilişki kurmaması gerekir. Bu düzen oturduğunda, cemaat mensubu olmanın devlet için faydalı mı veya zararlı mı olduğu tartışmaları ortadan kalkacaktır. Ne cemaatler ne de Diyanet “ben”i “biz” halinden çıkararak sürüleştirme sürecini doğuracak tutum içerisinde olmalıdır. Diyanet, cemaatlerin Kur’âni ve Nebevi geleneğin dışına çıkan tutum, davranış ve söylemlerini uyarmalıdır. Diyanet, imam ve diğer görevlilerinin kültürel ve entelektüel kalitesini artırmalıdır. 15 Temmuz gecesi yaşadığımız vahşetin icracıları arasında cemaat iddialı bir yapının olması doğal olarak bu yapıların sorgulanmasını gerekli kılmıştır. Bu sorgulamayı yaparken, İslâm’ın önerdiği birliktelik biçimi olarak cemaat olgusunun bizatihi kendisini değil, cemaat iddialı yapıların bu iddialarıyla ne kadar mütenasip olup olmadıklarını sorgulamak gerekir. Bunu yaparken de sosyolojinin argümanlarından ziyade İslâm’ın argümanlarını kullanmak meseleyi sağlıklı değerlendirmek açısından önemlidir. İslâmî açıdan bakıldığında da “cemaatler” devleti yönetmek gayesiyle değil, büyük İslâm birliğinin bir parçası olmak ve İslâm toplumuna hayırlı hizmetler yapmak, iyi bireyler yetiştirmek için kurulurlar. Bir İslâm toplumunda varoluş hakkını “iyiliği emretmek-kötülükten sakındırmak” ilkesinden alan toplulukların faaliyetlerini sürdürmelerinden daha tabii ne olabilir? Bir İslâm toplumunda bu faaliyetlerin kısıtlanması veya yasaklanması görülebilecek en büyük zulümlerden olur. Yeni sayımızda buluşmak temennisiyle. 


  • Sayı: 359
  • Sayı: 358
  • Sayı: 357
  • Sayı: 356
  • Sayı: 355
  • Sayı: 354
  • Sayı: 353
  • Sayı: 352
  • Sayı: 351
  • Sayı: 350
  • Sayı: 349
  • Sayı: 348