Editör Ağustos 2011, Sayı: 204, Sayfa: 1
Ramazan ayını benzersiz kılan en önemli husus, Müslüman zihnin kurucu metni Kur’ân’ın bu ayda vahyedilmiş olmasıdır. Kurucu bir ay olan Ramazan’da hem Kur’ân hem de Müslüman zihinler üzerine tefekkür etmek, tefakkuh etmek, taakkul etmek, tedebbür etmek ve tezekkür etmek ertelenmemesi gereken bir amel. Kur’ân, toplanan/toplayan, bir araya gelen/getiren, demek. Kur’ân, aynı zamanda “okumak” la da irtibatlı bir kelime. “Okumak”, anlamanın, idrak etmenin, yani birbiriyle ilgisiz olguları, durumları bir araya getirmenin bir başka adı.
Müslüman zihinlerin yaşadığı dönüşümün farklı hususiyetleri olmakla birlikte bütün dünyanın yaşadığı değişimlerden de etkilenmiş olduğu rahatlıkla görülebilir. İster ortalama bir Müslüman olsun, ister bir alim ve yahut seçkin bir akademisyen hatta bir siyasetçi olsun bugünün tecrübesi üzerinde durulması gereken bir tecrübe niteliğindedir. Kuşkusuz bugünün tecrübesi dünden de bağımsız olarak değerlendirilemez. Bu değişim ve dönüşüm sürecinin bir yanı da Batılı zihnin, Batının yaşadığı dönüşümü bütün dünyadan beklemesinden kaynaklanan yanıdır. Hatta Batılı zihnin temsil ettiği model kimi Batılının gözünde evrenseldir ve bütün dünya için açıklayıcı olarak kabul edildiğinden dayatmaya varan fiiller ortaya konulur.
Batılı zihinler için geçerli olan bu durum, dünyanın başka taraflarında ki ‘Batılılaşmış’ zihinler için de geçerlidir. Batı modernleşmesinin Batılı olmayan toplumlarda bir ‘modernleştirme’ projesine dönüşmesi; Batılı olmayan toplumların son yüzyılının ağırlıklı olarak ‘Batı’yı merkeze alan bir toplumsal, hatta siyasal mühendislik alanı haline gelmesi bu yüzdendir. Müslüman toplumlar içinde Türkiye, Mısır ve daha farklı ülkelerde yaşananlar bu gerçeğin çarpıcı bir örneğidir.
Umran’ın bu sayısı, Pakistan asıllı Avustralyalı sosyal bilimci Riaz Hassan’ın Müslüman Zihinler kitabını vesile kılarak Müslüman zihinlerin bazı boyutları üzerinde bir tefekkür mahiyetinde. Hassan’ın, yedi Müslüman ülkede 6000’den fazla kişiyle gerçekleştirmiş olduğu karşılaştırmalı saha araştırması ve anket çalışması, gerek soruları, gerek verilen cevaplar için geliştirilen açıklamalar, Batılı liberal değerleri merkeze alan bir açıklama kalıbı içinde değerlendiriliyor. Taşımış olduğu bu zihniyet ve yaklaşım problemine karşılık söz konusu çalışma, Müslüman toplumların dününü/bugününü anlama noktasında dikkate değer bilgiler içermekte. Endonezya, Malezya, Pakistan, Mısır, İran, Türkiye ve Kazakistan’da yapılan bu araştırmaya verilen cevaplar, farklı itikadî ve amelî düzeylerdeki üyeleriyle bugünün Müslüman toplumlarına dair önemli bir resim sunuyor. İslâm’ın iman esaslarına bağlılık, ibadetler, İslâmî yaşayış, toplumsal ve siyasal tutumlar gibi konular üzerine sorulan sorulara verilen cevaplarda, meselâ Kazakistan’da uzun komünist yönetimin inanç ve amel düzeyinde yol açtığı tahrip edici etki çok çarpıcı şekilde karşımıza çıkıyor. Öte yandan, yine bu anket sorularına verilen cevaplarda Türkiye açısından ortaya çıkan manzaranın, dillere pelesenk olmuş “yüzde 99’u Müslüman olan bu ülke” tanımının gerçekle pek de uyuşmadığı; bilakis, Türkiye’de hatırı sayılır bir yüzdenin Allah’ın varlığı, ölümden sonra hayat, zekat gibi Kur’ânî emirler hakkında şüpheleri olduğu anlaşılıyor. Orucun en ziyade uyulan İslâmî emir olarak gözüktüğü bu sonuçlarda, namazın, hele ki zekâtın tatbiki bakımından ciddi sıkıntılar olduğu yapılan bire bir anketlerden rahatlıkla anlaşılabiliyor. İslâmi bilincin ve İslâmi kimliğin, ilkelerin ve diniliğin görünüş biçimlerinin anlaşılması noktasında yorumlayıcı ama aynı zamanda tarihselci bir zihin içinden ampirik kanıtlara dayalı bir araştırma yapan Riaz Hassan’la yapılan söyleşi konunun farklı boyutlarını irdeliyor. Yine onunla aynı paralelde yaklaşımları bulunan Nasr Hamid Ebu Zeyd’le ölümünden önce yapılan son söyleşi de önemli. Abdurrahman Arslan’ın kaleme almış olduğu dosyanın giriş yazısı ise liberal ve neoliberal değerleri merkeze alan açıklama modellerinin dünyayı ve Müslümanları ne yönde dönüştürdüğünü kritik ediyor. Modernlik karşısında uzun vadeli bir düşünsel değişimi öne alan Seyyid Kutub’u ise Şemsettin Özdemir ile M. Kürşad Atalar değerlendiriyor. “Melezlik” ile “sahihlik” arasındaki mücadele küreselleşmenin Müslüman ümmeti için belki de en önemli sorununu temsil ediyor. Bu bağlamda Abdulvahhab el-Mesiri’ nin yaklaşımları üzerinde düşünen Ahmet Dağ’ın yazısı önemli. Ammar Kılıç genel olarak Arap dünyasında meydana gelen düşünsel akımları geçen ay vefat eden İbrahim Abu Rabi’nin çalışmaları üzerinden değerlendirmekte, bu mesele etrafında serdettiği görüşlerini irdelemekte.
Öte yandan Norveç’te meydana gelen katliamın ilk anlarında doğrudan Müslümanları hedef alan saldırıların zihin dünyası için de önemli açıklamalar sunan Riaz Hassan, Batıda ve Batılılaşmış zihinlerde yer etmiş kimi ön yargıları kıracak tespitlere ve saha araştırması sonuçlarına yer veriyor. Meselâ, cihad emrinden hareketle ‘İslâmo faşizm’ gibi yakıştırmalar üzerinden İslâm düşmanlığı üretmeye teşne kesimleri açıkça eleştirdiği gibi, şu önemli tespiti de yapıyor: “Çoğu Batılı yorumcu, cihadı Hıristiyanlıktaki, özellikle de Katolik inanışındaki ‘İleri Hıristiyan Erleri’ geleneğindeki gibi bir İslâmi kutsal savaş olarak görüyor. Ancak İslâmi teolojide savaş hiçbir zaman kutsal değildir; ya haklıdır, ya haksız; eğer haklıysa, öldürülenler o zaman şehit sayılırlar.
”Ramazan’ın tefekkür, tefakkuh, taakkul, tedebbür ve tezekkür ayı olması dileğiyle.
Umran