Sosyolojinin Dönüşümü Düzenin Normalleşmesi, Siyastin Değişimi Ve Yeni Nesil Sosyologlar

 

Son günlerde 28 Şubat darbecilerinin birbiri ardına tutuklanması aslında Türkiye’deki
değişimin mahiyetini anlamak bakımından son derece önemlidir. Bu durum sadece darbecilerin
yargılanması değil, Türkiye’de süreklilik arz eden bazı yapısal sorunlardaki değişim
iradesinin de açığa çıkmış olmasıdır. Bu aynı zamanda toplumsalın ve onu anlamlandıran sosyolojinin
de dönüşmekte olduğunu gösterir. Ancak şunu hatırlatmakta fayda var: Postomdern
darbeci Çevik Bir’e başörtüsü ve irtica meselesini Elizabeth Özdalga, Nilüfer Göle ve Nur Vergin
gibi sosyologlarla konuşmasını tavsiye eden bir gazeteciye Çevik Bir asabi bir şekilde, “Bizim
sosyologlara ihtiyacımız yok. Biz askeriz, komutandan talimatı alır, gereğini icra eder, tekmil
veririz. Sosyologlarla, şunlarla bunlarla konuşarak kafamızı karıştırmayız” anlamında sözler sarf
eder.
Modernleşme sürecinde Türkiye’deki siyasal ve sosyal düşünce sisteminin, devletiyle ve
bireyi ile daima, tek’i ve bütünü aramak amacıyla yola çıktığı söylenebilir, özellikle de cumhuriyetin
ilk yıllarında. Bu yüzden temel gayenin, özdeşliği ve değişmez olanı bulmak olduğu
ifade edilebilir. Oysa sosyolojinin temel ilgi odaklarından birisi de toplumsal değişmedir.
Türkiye’de ise, yeni kurulan bir ulus-devlet sürecinden dolayı insanların zihinsel açıdan tek
hale getirilmesine neden olmaktadır. Özellikle erken cumhuriyet döneminde Türkiye’deki sosyoloji
çalışmalarında amaç, iktidara yakın olmak veya iktidarın hissesinden pay almak olmuştur.
Haliyle bu, toplumsalı değerlendirme noktasında ciddi sıkıntıları beraberinde getirmiştir.
Öte yandan Cumhuriyet’in, karşılaştığı her sorunu baskı ve şiddet kullanarak bertaraf etme
taktiği, sadece halkla arasını açmakla kalmadı; devletin kendisinde de bir korku paranoyası
başlattı. Devletin kendi varlığı için tehdit olarak kabul ettiği hususlar çeşitlenerek arttı. Bu
korku paranoyası devletin bekçiliğine soyunmuş güçlere cesaret verdi. Bu güçler, 10-15 yılda
bir yönetime el koyarak devlete format atmayı neredeyse alışkanlık haline getirdiler. Ama her
defasında aynı formatı veriyorlardı. Asıl sorunun biraz da programın kendisinde olabileceği hiç
düşünülmedi. 80’li yıllar bu anlayışın sorgulanması gerekliliği noktasında bazı girişimlere sahne
oldu. 90’lı yıllar etkisiz koalisyon hükümetleri ile geçildi. Başta ekonomi olmak üzere, açılım
ve çözümler tatile girdi. Bu koalisyon hükümetlerinden “Refah-Yol” hükümeti kamuoyunda bir
başarı beklentisi uyandırmıştı. Ancak bu beklenti, 28 Şubat 1997 post modern darbesiyle tam
bir hayal kırıklığına dönüştü. 90’lı yıllar bu nedenle, ayağa kalkan Türkiye açısından bir “Fetret
devri” olarak tarihe geçti. Bu yılların tek olumlu tarafı düşünen, konuşan ve tartışan Türkiye’nin
“gelecek” hakkındaki iyimserliğini sürdürmesi olmuştu.
AKP’nin 2002 seçimlerinden çok kuvvetli bir şekilde birinci parti olarak çıkması, siyasal
alanın kendi gücünü kendisine hatırlatması açısından oldukça öneme sahipti. Esasında bu
süreci, medya ve bazı siyasi grupların muhafazakâr kesimi hedef alarak uygulamaya soktukları
28 Şubat darbesinin rövanşı olarak yorumlamak ta mümkündür. Çünkü 2002 seçimlerinin
galibi olan AKP’nin teşkilatı büyük oranda 28 Şubat darbesinin muhatabı olan Refah Partisi
kadrolarından müteşekkildi. İşte bütün bu süreçlerde sosyoloji, toplumsalın anlamlandırılması
noktasında gerek devlet tarafından gerekse muhalefet tarafından başvurulan kavramsal araçları
sunmuştur.
Daha geniş kitlelere ulaşabilmek ve siz değerli okurlarımızın istifadesine sunmak amacıyla
güncellemeye başladığımız web sitemizi (www.umrandergisi.com) ziyaret etmeniz temennisiyle
yeni sayımızda buluşmak üzere.
Umran

      Editör                                                             Mayıs 2012, Sayı: 213, Sayfa: 1

     Son günlerde 28 Şubat darbecilerinin birbiri ardına tutuklanması aslında Türkiye’deki değişimin mahiyetini anlamak bakımından son derece önemlidir. Bu durum sadece darbecilerin yargılanması değil, Türkiye’de süreklilik arz eden bazı yapısal sorunlardaki değişim iradesinin de açığa çıkmış olmasıdır. Bu aynı zamanda toplumsalın ve onu anlamlandıran sosyolojininde dönüşmekte olduğunu gösterir. Ancak şunu hatırlatmakta fayda var: Postomdern darbeci Çevik Bir’e başörtüsü ve irtica meselesini Elizabeth Özdalga, Nilüfer Göle ve Nur Vergin gibi sosyologlarla konuşmasını tavsiye eden bir gazeteciye Çevik Bir asabi bir şekilde, “Bizim sosyologlara ihtiyacımız yok. Biz askeriz, komutandan talimatı alır, gereğini icra eder, tekmil veririz. Sosyologlarla, şunlarla bunlarla konuşarak kafamızı karıştırmayız” anlamında sözler sarfeder.

     Modernleşme sürecinde Türkiye’deki siyasal ve sosyal düşünce sisteminin, devletiyle ve bireyi ile daima, tek’i ve bütünü aramak amacıyla yola çıktığı söylenebilir, özellikle de cumhuriyetinilk yıllarında. Bu yüzden temel gayenin, özdeşliği ve değişmez olanı bulmak olduğu ifade edilebilir. Oysa sosyolojinin temel ilgi odaklarından birisi de toplumsal değişmedir. Türkiye’de ise, yeni kurulan bir ulus-devlet sürecinden dolayı insanların zihinsel açıdan tek hale getirilmesine neden olmaktadır. Özellikle erken cumhuriyet döneminde Türkiye’deki sosyoloji çalışmalarında amaç, iktidara yakın olmak veya iktidarın hissesinden pay almak olmuştur. Haliyle bu, toplumsalı değerlendirme noktasında ciddi sıkıntıları beraberinde getirmiştir.

     Öte yandan Cumhuriyet’in, karşılaştığı her sorunu baskı ve şiddet kullanarak bertaraf etme taktiği, sadece halkla arasını açmakla kalmadı; devletin kendisinde de bir korku paranoyası başlattı. Devletin kendi varlığı için tehdit olarak kabul ettiği hususlar çeşitlenerek arttı. Bu korku paranoyası devletin bekçiliğine soyunmuş güçlere cesaret verdi. Bu güçler, 10-15 yılda bir yönetime el koyarak devlete format atmayı neredeyse alışkanlık haline getirdiler. Ama her defasında aynı formatı veriyorlardı. Asıl sorunun biraz da programın kendisinde olabileceği hiç düşünülmedi. 80’li yıllar bu anlayışın sorgulanması gerekliliği noktasında bazı girişimlere sahne oldu. 90’lı yıllar etkisiz koalisyon hükümetleri ile geçildi. Başta ekonomi olmak üzere, açılım ve çözümler tatile girdi. Bu koalisyon hükümetlerinden “Refah-Yol” hükümeti kamuoyunda bir başarı beklentisi uyandırmıştı. Ancak bu beklenti, 28 Şubat 1997 post modern darbesiyle tam bir hayal kırıklığına dönüştü. 90’lı yıllar bu nedenle, ayağa kalkan Türkiye açısından bir “Fetret devri” olarak tarihe geçti. Bu yılların tek olumlu tarafı düşünen, konuşan ve tartışan Türkiye’nin “gelecek” hakkındaki iyimserliğini sürdürmesi olmuştu.

     AKP’nin 2002 seçimlerinden çok kuvvetli bir şekilde birinci parti olarak çıkması, siyasalalanın kendi gücünü kendisine hatırlatması açısından oldukça öneme sahipti. Esasında bu süreci, medya ve bazı siyasi grupların muhafazakâr kesimi hedef alarak uygulamaya soktukları 28 Şubat darbesinin rövanşı olarak yorumlamak ta mümkündür. Çünkü 2002 seçimlerinin galibi olan AKP’nin teşkilatı büyük oranda 28 Şubat darbesinin muhatabı olan Refah Partisi kadrolarından müteşekkildi. İşte bütün bu süreçlerde sosyoloji, toplumsalın anlamlandırılması noktasında gerek devlet tarafından gerekse muhalefet tarafından başvurulan kavramsal araçları sunmuştur.

     Daha geniş kitlelere ulaşabilmek ve siz değerli okurlarımızın istifadesine sunmak amacıyla güncellemeye başladığımız web sitemizi (www.umrandergisi.com) ziyaret etmeniz temennisiyle yeni sayımızda buluşmak üzere.

                                                                                                             Umran

 


  • Sayı: 364
  • Sayı: 363
  • Sayı: 362
  • Sayı: 361
  • Sayı: 360
  • Sayı: 359
  • Sayı: 358
  • Sayı: 357
  • Sayı: 356
  • Sayı: 355
  • Sayı: 354
  • Sayı: 353