HEPİMİZİN İMTİHANI ZELZELE, TEDBİR VE HATIRLANAN ERDEMLER
Türkiye’nin ve dünyanın en önemli gündemi ülkemizde on bir şehri kapsayan, başta Suriye olmak üzere komşu ülkelerde de şiddetli biçimde hissedilen merkez üssü değil hattı bulunan zelzelelerdir. Büyük sarsıntıda resmî rakamlara göre Türkiye’de kırk beş binden fazla, Suriye’de altı bin civarında insan hayatını kaybetti. Rabbimizden vefat eden kardeşlerimize rahmet, yaralananlara acil şifa, afeti derinden yaşayanlara da sabır ve metanet diliyoruz. Deprem bölgesindeki insanımızın, kardeşlerimizin yaralarını sarmak, acılarını paylaşmak, kalplerine dokunmak ve yalnız olmadıklarını hissettirmek hepimizin sorumluluğunda…
Meseleyi sağlıklı bir zeminde tartışmak için şunları dikkate almak gerekir: Yaklaşık 108 bin kilometrekarelik alanda meydana gelen deprem gerçekten de çok büyüktür. 14 milyona yakın bir insan unsuru depremden etkilendi. Bu oran dünyadaki bazı ülkelerin nüfuslarından fazladır. Büyük sarsıntıdan doğrudan etkilenen 11 ilimiz vardır. Bunların yüzölçümü, Türkiye’nin yüzde 20’si civarındadır. Doğrudan etkilenenler, ülke nüfusunun takriben yüzde 17’sidir. Vurgulamak istediğimiz nokta büyük sarsıntıya bakış açımızın dar ve sınırlı olmaması, aksine kapsamlı ve geniş olmasıdır. Öte yandan övgüye değer her şeyi, geçmiş zamana, bir zamanların insanlarına yakıştırıp bugünü boş gösterme sakatlığına sık sık düşüyoruz. Oysa şunun üstünde kafa yormalıyız: Bu büyük sarsıntı toplumsal çözülüşle ilgili kötümser yaklaşımlara rağmen iyiliğin, diğerkâmlığın ve kadirşinaslığın dipdiri olduğunu gösterdi. Ekseriyeti İslâmî hassasiyeti olan vakıflar ve dernekler bunun şahitliğini yaptı, yapmaya devam ediyor. Modernleşme analizlerinin kimilerine açıktan kimisine ise sinik bir şekilde yansıyan “insanlık öldü” şeklindeki tezlere karşın insanlığın yaşadığını gösteren pek çok durumu gördük/görüyoruz.
Günümüzde sosyal medya aracılığıyla çeşitli söylentiler kolaylıkla yaygınlaştırılmaktadır. Büyük sarsıntıda da ne yazık ki ağırlıkla sosyal medyada kullanılan dil ve söylemde mizan bozuldu, ölçü kaçtı. Bırakın kristalleşmiş düşünce namusunu, sorumluluk duygusundan bile habersiz ikiyüzlülüklere, yalana dolana yüz veren, bilinçsizliğe sert çıkmayan, her tür sahteliğe nerdeyse avuç açan bir tutum vardı kendini aydınlanmış sananlarda. Son dönemde depremle alakalı duygusal manipülasyon o kadar yoğunlaştı ki Erdoğan ve iktidar karşıtlığı bir düşmanlığın ötesine geçti. Türlü çarpıtmalarla “Devlet yok!” algısı üzerinden birtakım çevrelerin öteden beri yatkın oldukları tuhaflıklar insanımızın gündemine sokuldu. Kimler ne yazmış, neler denmiş, merak edenler bunların bir kısmını sosyal medyada bulabilir. Daha depremin sekizinci saatinde mikrofonu alıp vatandaşa tutarak “Çadırınız geldi mi, yemek geldi mi?” sorusunun yöneltilmesinin gören gözler için iyi niyet taşımadığını söylemeye gerek yok. Böylesi bir zamanda siyasi hırsları yedeğine alarak devamlı surette eleştirmek, kötülemek, tahkir etmek yerine sahaya inip öncelikle yaraların sarılması gerekmektedir. Şayet bir hesaplaşma yapılacaksa yaraların sarılması, toplumsal güven ortamının tesis edilmesi beklenmelidir. Çünkü en temelde yalana dayanan görüşlerde ana amaç, sosyo-psikolojik bir savaşı başlatmak, derinleştirmek, ülkedeki sosyal fay hatlarına enerji yüklemek ve yeni sosyal fay hatları inşa etmektir. Bu yüzden uydurulan her söylentiye, atılan her palavraya anında cevap vermek yerine; çok hızlı ve sağlam bir analiz ve sentez yapılıp bilginin muhtemel kaynakları araştırılıp, niyeti ve hedefi okunup ona göre bir söylem ve tavır geliştirilmelidir. Zira şer odakları depremi fırsat bilerek toplumun dayanışma/bütünleşme kapasitesini zayıflatıp ortadan kaldırmak istemektedir. Toplumdaki farklı sosyal güçler, kesimler, karşı karşıya getirilip aktif hâlde kitlesel çatışmaya sokularak toplumsal bir fitne ve fesat ortamı inşa edilmeye çalışılmaktadır.
Büyük sarsıntının meydana gelmesi ile ilgili farklı yaklaşımların geliştirildiğini görüyoruz. Deprem elbette ilgili b/ilim erbabınca incelenecek, değişik yorumlar yapılacak, gelecek için projeksiyonlar ve stratejiler ortaya konacaktır. Bu, olayın teknik boyutu olmakla birlikte süreçte kullanılacak dilin önemli olduğunun altı çizilmelidir. Toplumsal dayanışmayı bozacak, ahaliyi basit, kısır çekişmeler içerisine çekecek, sosyal fay hattı oluşturabilecek dilden uzak durulmalıdır. Diğer taraftan deprem hangi şekilde ve boyutta olursa olsun hepsinde de ilahi irade vardır. Bu evrende ilahi iradeye rağmen hiçbir şey meydana gelmez. Vuku bulan her olayda ya bir ilahi yasa yer almakta ya da bir ilahi yasa bir başka ilahi yasa ile yer değiştirmektedir. Dolayısıyla akleden kalpler için bu büyük depremde, çok büyük bir ilahi mesaj ve uyarı vardır. Kötü ahlaklı, kâr hırsı ile yanıp tutuşanlar kadar vurdumduymazların, sorunları görmezden gelenlerin, ezcümle yaklaşan tehlikeyi yok sayanların el birliğiyle ortaya çıkardığı bu sonuç insanın eseridir. İnsanlar rezidanslarda, gökdelenlerin on yedinci katlarında oturmanın keyfiyle kasılıp dururken başlarına gelen musibetten yalnızca inşaat firmasıyla müteahhidi suçlayarak kurtulacaklarını sanıyor ve kendi kusurlarını hiç görmüyorlarsa vay hâlimize! Oysa aynı ölçüde projeyi çizen mühendis, onu inşa eden usta, yapı malzemesine kafasına göre ilaveler yapan işçi, onu denetleyen yapı denetim firması, ona müsaade eden kurumlar da sorumludur.
Zelzele hayata bakış açımızdan, itikadi, siyasi, sosyal yapımıza dek pek çok konuda bariz göstergeler sundu. Sarsıntı çok şey öğretti bizlere, öğretmelidir de. Yoksa enkaz altında kalanlar Hakk’a yürüyen o merhumlar değil, yaşayan biz ölüler oluruz. Gördük ki her gün koştura koştura yetiştirmeye çalıştığımız işler önemini ve anlamını yitiriverdi. Paranın pek bir hükmü kalmadı, ölüm gibi deprem de herkesi eşitledi. Geçmiş tecrübelere dayanarak diyebiliriz ki insan canı yandığında canını yakan meseleye odaklanıp sonrasında unutmaya meyillidir. Buna karşın tarihteki dönüşümler çoğu zaman büyük bir oluşa, etkileyici bir hadiseye, afete, savaşa, salgına dayanıyor. Dolayısıyla ellerinde olmadan kendilerine isabet eden hadiseler üzerinden Müslümanca düşünmenin yolu ne kaderi suçlamak ne de çırpınıp dövünerek ‘felaket’ tellallığı yapmaktır. Buradan ciddi, samimi ve fiilî bir ibret ve ahlak dersi çıkarılmalıdır. İnsanoğlu kaderi anlamaya çalıştığında kendi penceresinden görebildiklerine odaklanmak, ‘görüntüleri’ anlamaya çalışmak ve bu anlayış doğrultusunda tedbir almak zorundadır. Mekânlar ve binalar uygun bir şekilde inşa edilseydi, elbette bu sonuç ortaya çıkmazdı. Nitekim farklı şehirlerin onlarca mahallesinde binlerce bina yıkılırken kurala uygun yapılanların dimdik ayakta kalması bunu açıkça ortaya koyuyor.
Teolojisini hurafeden, ideolojisini sekülarizmden alan iki cehenneme davetkâr söylemler kuşatmasında insan, anlam ve hakikat arayışındadır. Seküler okuma ile muharref mantığın ifsat ediciliğine mukabil İslâmî bakış, afetlerin, ilahi iradeden bağımsız telakkisi gibi ölçü ve tartının ihmalini de reddeder. İslâmî bakış, insanı bir kez daha anlam ve hakikate davet eder. Dolayısıyla Türkiye’nin öncelikle hiçbir şart altında gevşetilmeyecek, bozulmayacak, birebir uygulanacak bir şehircilik politikası geliştirmesi gerekiyor. Cumhuriyet dönemi şehirciliğinin başıboş, plansız gelişimi göz önüne alınırsa İslâm şehrini temel ilkeleri etrafında yeniden kamusal alanın, şehirleşmenin merkezine yerleştirmek şart. Büyük sarsıntının bize öğretmesi gereken en önemli hususların başında da bu olsa gerek. Zelzele ve yıkımı konuşsak da akleden kalplere bir kere daha hatırlatmak gerekir ki Allah’ın koyduğu kâinat yasalarına ve insan hayatını düzenlemek için vazettiği kurallara uymak, uygun davranmak Allah’a teslimiyet ve dolayısıyla ona kulluk etmek demektir. Toplum düzeninizi kurarken; imar ettiğiniz şehirleri tedbirleri ihmal ederek kurmuşsanız; bu, aktif ilahi iradenin değil, sünnetullaha karşı gelişinizin doğurduğu bir ‘şer’ olacaktır.
Kesin olan şey şudur ki afet sonrası yönetim açısından önümüzde zorlu bir dönem var. Kış şartlarında barınma, sağlık, altyapının çalıştırılması, psikolojik destek gibi önemli ihtiyaçların karşılanması gerekiyor. Büyük sarsıntından sonra toplumun çeşitli kesimlerinden insanlar dayanışma göstermiş, yaraları sarmaya çalışmış, tek yürek yardım seferberliği başlatmıştır. Depremin hemen ardından dinî anlayışı ne olursa olsun insanımız Müslüman kimlikleriyle hepimizin imtihanında yüz akı bir örneklik sergilemişlerdir. Öyle sanıyoruz ki insanımız yapılanları görüp, cemaatleri ve sivil toplum kurumlarını yakından tanıdıkça söylentilere kulak asmayı bırakacak, daha insaflı davranacaktır. Sahadakilerin dürüst, sorumluluk sahibi, çalışkan, merhametli, iyi, alçakgönüllü diye uzayıp giden hasletlerine imreniyorlar çünkü. Bu süreçte gücümüz yettiğince her dertlinin derdine, her yaralının yarasına merhem olarak elden ele kardeşlik halkasını genişletmeye devam etmeliyiz. Asıl işler şimdi başlıyor, merhamet ve sabırla bu yaraların sarılacağına inanıyoruz.
Yaşadığımız imtihanları biz belirlemiyoruz ancak imtihan karşısındaki tavrımız bizim kulluğumuzdur. Her imtihan gibi deprem de yeniden kendine gelme, Allah’ı anma; ömrü, takvayla kazanıma çevirme çabası içinde değerlendirilmelidir. Deprem ayetinin en can alıcı noktası, insani sınırlarımızı, erdemleri tereddüde mahal bırakmayacak şekilde hatırlatıcı olmasıdır. Paylaşmayı, kaynaşmayı, şefkati, fedakârlığı, merhameti yeniden öğrenmek için Şehr-i Ramazan’a muhtacız... Şunu bir kere daha en güzel bir şekilde hatırla(t)malıyız: Allah’ın gösterdiği yolun aksine başka yollara sapanların ne bu dünyada ne de ahirette huzur bulması mümkün değildir.
Âdeta kıyametmişçesine yaşadığımız bu deprem günlerinin ardından idrak edeceğimiz Ramazan ayının, tutacağımız oruçların, yapacağımız infak, vereceğimiz sadaka ve zekâtların arınmamıza vesile olması temennisiyle.
Umran