YEREL SEÇİMLERDEN NE BEKLİYORUZ? Güncel Bloklaşmalar, Şehirlerin Dönüşümü ve Ufuk Arayışları

 

      Editör                                       Mart 2024, Sayı: 355, Sayfa: 1

Türkiye 31 Mart 2024’te yapılacak yerel seçim gündemine yoğunlaşırken; yerleşimci sömürgeciliği ve apartheid sistemiyle var olan Siyonist İsrail, Filistinlileri/Gazzelileri ayrım gözetmeksizin öldürmek için silahlarını acımasız bir şekilde kullanmaya devam ediyor. Uluslararası insan hakları söylemi, kurallara dayalı bir düzene destek verdiklerini iddia eden ancak daha fazla Filistinliyi öldürmesi için İsrail’e silah sağlayarak bu soykırımı kolaylaştıran devletlerin ikiyüzlülüğünün ağırlığı altında çatırdamaktadır. Artık uluslararası toplumun Gazze konusunda şu andaki uygulamaları bir kenara bırakıp tek taraflı adım atması gerekiyor. Zira birilerinin iznini bekleyerek Gazze’ye yardım ulaştırmak, artık 2 milyondan fazla insanın yavaş ve sessiz ölümüne ortak olmak anlamına geliyor.

7 Ekim’den bu yana öldürülen 30 binden fazla Filistinliden yüzde yetmişinin kadın ve çocuklardan oluştuğu biliniyor. İsrail sistematik olarak kadınlara ve çocuklara dönük bir saldırı yürütmektedir. Gazze’de çocuklara, kadınlara, gazetecilere, sağlık çalışanlarına ve masum yüzbinlerce insana sıkılan kurşunlara, şehirlere atılan bombalara destek olmamak için boykot uygulanmalıdır. Boykot sadece ahlaki bir yükümlülük değildir, aynı zamanda Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ne imza atan tüm ülkelerde İsrail’e karşı askerî ambargonun yanı sıra ticarette, akademide, kültür, sanat ve spor alanlarında uluslararası izolasyon uygulanması bir zorunluluk hâline gelmiştir.

***

Yerel seçimlere doğru siyasi ortama hâkim iklim ülke olarak hiçbir meselesini aklıselimle, sağduyuyla, soğukkanlılıkla konuşamaz duruma geldiğimizi gösteriyor. Bir olay vuku bulduğunda daha detayları ortaya çıkmadan toplum âdeta bıçakla kesilmiş gibi ortadan ikiye ayrılıveriyor. Toplumun bir kesimi daha olayı duyar duymaz, olağan şüphelileri tespit ediyor ve var gücüyle saldırmaya başlıyor. Marjinal örgütler, muhalifler, siyasetçiler, gazeteciler ve daha nicesi olayın üzerine üşüşüp kopardıkları büyük yaygarayla hakikatin ortaya çıkmasına engel oluyorlar. Diğer kesim ise, hadisenin özünden uzaklaşıp konuyu bambaşka yerlere çeken kalabalığın gürültüsünü görüp ya savunma pozisyonu alıyor ya da sessizliğe gömülüyor.

 Olaya dair gerçeklerin rikkat ve özenle aktarılmadığı Erzincan İliç Çöpler Altın Madeni faciası sonrasında yaşananlar bu çerçevede ele alınabilir. Maden faciasında nerede, kim, nasıl bir hata yapmıştır, ortaya konmaya ve dersler çıkarılmaya çalışılmalıdır. Yetkililer kuralları uygulayıp, ellerinden geleni değil yapılması gerekeni yapmalıdırlar. Facia bir defa daha ortaya koydu ki Türkiye’nin en büyük hatalarından biri, stratejik alanları yerli sermaye olmadan özelleştirmesidir. Ayrıca sabır ve tevekkülümüzün ölümcül dezavantaja dönüşmesini engellemek mecburiyetindeyiz.

***

Türkiye’de şehirli nüfusun 20. yüzyılda kaydettiği artış trendi, 21. yüzyılın ilk çeyreğinde de devam ediyor.  Şehirlerin nüfusunun artması, önemli ihtiyaçları ve problemleri de seçimlerde gündeme getiriyor. Şehirlerimizin çoğu farklı yoğunluklarda; plansız yerleşim, altyapısızlık, yetersiz yönetim, sağlıksız ortam, eksik sosyal politika, eğitimsizlik, güvensizlik, eşitsizlik, yoksulluk, göç, konut, çevresel bozulma vb. problemlerle karşı karşıya. Şehirlerin sayısının, ölçeğinin ve yaşayan nüfusun artması yanında, ekonomik, sosyal, siyasi ve teknolojik gelişmeler de şehirlerin daha önemli aktörler hâline gelmesini sağlıyor.

Şurası açık ki şehirlerle ve doğayla çarpık ilişkimiz devamında bir dizi problemi doğurdu ve biz neredeyse bütün enerjimizi kendi elimizle ortaya koyduğumuz problemler yumağıyla boğuşarak harcıyoruz. Artık yol, su, kanalizasyon, çöp, park, temizlik vb. klasik hizmetleri yürüten bir kamu yönetimi kurumu şablonu, yerel yönetimler için dar gelmekte ve şehirlerin ihtiyaçlarının gerisinde kalmaktadır. İster hizmet ister toplumcu/halkçı isterse millî görüş belediyeciliği şeklinde dile getirilsin partilerin hazırladıkları seçim beyannameleri bunları bir şekilde gündeme getiriyor. Müteahhitlerin önceliklerinin değil de mekânın ihtiyaçlarının belirlediği bir kentsel dönüşüm programı, bir yandan heyecan ve umut oluştururken aynı zamanda inşa faaliyetlerinin işleyişi üzerine birtakım soruları beraberinde getiriyor.

Evleri inşa edenlerin kuşatıcı bir eğitimden geçmesi gerektiğini hepimiz kabul etmeliyiz. Ancak bu kuşatıcı eğitim salt okullarla sınırlı olmayıp aileyle, toplumla, dinle, kültürle yoğrulmuş bir eğitim olmalıdır. Bir insan adalet ve hakkaniyet terazisini devre dışı bırakarak kurduğu evle hem kendisine hem de içerisinde yaşadığı topluma maddi ve manevi açılardan zarar vermektedir.

Şehir üzerine düşünmek, kendimiz üzerinde düşünmenin, kendimizi anlamanın en iyi yoludur. Bir kere şehirleri imar sorumluluğunu üstlenmeye talip olanlar, Allah’ın her zaman ve her yerde hazır olduğunun farkına varmalıdır. Seçim sürecinde öncelikle şunu kavramak mecburiyetindeyiz: Şehirde yaşayan herkes herkese karşı borçludur. Herkes de dinin sahibi Allah’a borçludur. Başkalarına karşı sorumluluklarını yerine getirmeyi ihmal eden aslında Allah’a karşı suç işlemiştir. Bir yıl önce ülkemizde yaşanan asrın felaketi karşısında şehirlerimiz, bir bakıma, nesiller boyunca birbirimize yükleyip ertelediğimiz borçları karşımıza çok acı bir biçimde çıkardı. Şehirle ilgili şikâyetler büyük ölçüde insanların şehre, diğer insanlara veya başkalarına borçlarını unutmalarının, ihmal etmelerinin veya inkâr etmelerinin bir sonucu.

Öte yandan ülkemizde yerel seçimler bir siyasal seçimin ötesinde, bir referandum, bir had bildirme anlamı taşımakta, ittifaklar da buna göre şekil almaktadır. Onun için 2019 yerel seçimlerinden bu yana mahalli seçim dışı pek çok olgu işin içine dâhil edilmektedir. Yerel seçimlerden bilhassa İstanbul’dan hangi sonuç çıkarsa çıksın toplumun tarihsel misyonuna dönüş hareketi devam edecektir. Bu süreç bir şahsa veya partiye bağlı değildir. Devam sorunu sırf Batı’nın istemediği, söz konusu tarihsel misyonun değil, mevcut partilerin sorunudur. Toplumun genelinin beklentileriyle küresel siyasetin beklentileri örtüşmemektedir. Küresel siyaseti tedirgin eden husus, bir türlü yok edemediği bu toplumsal umuttur. Türkiye’nin, krizler çağındaki diplomatik çabaları, savunma sanayii ve uzay araştırmaları başta olmak üzere çeşitli alanlarda yaptıkları toplumsal umuttan ayrı ele alınıp değerlendirilemez. Şüphesiz bunlar bir şahsa bağlı olmayıp, bütün bir topluma aittir.

***

Ramazan ayı bütünüyle kendini tezkiye ve itaat için ahdini yenileme ayıdır; çünkü Rabbimiz biz kullarına bu ayda hitap etti. Bizleri başıboş bırakmadığını bir kere daha hatırlattı. Vahyini usvetü’l-hasene olan Peygamberimiz (s.) örnekliğinde bizlere öğretti. Artık bize düşen onun örnekliğinde vahyi kılavuz edinmek ve hem kendi hayatımıza hem de toplum hayatına uygulayabilmeye gayret etmektir. Bu çerçevede oruç ideal bir şekilde insanın kendisini disipline etmesini sağlayan bir tekerrürdür. Ramazan, Müslümanlar için kendini hesaba çekme ayıdır; ahlaki ve ruhi değer ve sorumlulukların birikimini temin eden aydır.

Ey Allah’ım, bize değiştirebileceklerimizi değiştirmek için güç, değiştiremeyeceklerimizi değiştiremediğimiz zaman sabır ve ikisinin arasındaki farkı anlayacak basiret ver! Oruç, bereket ve Kur’ân ayı Ramazan tüm inananlar için hayırlara vesile olsun.  

Yeni sayımızda buluşmak temennisiyle.

Umran


  • Sayı: 361
  • Sayı: 360
  • Sayı: 359
  • Sayı: 358
  • Sayı: 357
  • Sayı: 356
  • Sayı: 355
  • Sayı: 354
  • Sayı: 353
  • Sayı: 352
  • Sayı: 351
  • Sayı: 350