Editör Ocak 2023, Sayı: 341, Sayfa: 1
Neredeyse tüm dünyayı peşinden sürükleyen ve milyarlarca insanın tutkuyla bağlandığı futbolun, sahadaki oyuncularla oynanan bir oyundan fazlası olduğunu, tarihle, mekânla, toplumsal sınıflarla, paganizmle, aidiyetlerle, siyasetle ilintisini biliyoruz. Oyun boyutuyla, ortaya konulan performansıyla kendi iç dinamiği, kuralları ve gerçekleştirimi var elbet. Coşku, tutku, dram ve maksimum heyecan fırtınası ise duyguları sahanın dışına taşırıyor.
Ne var ki çoğu insanın hayatına “anlam katan” futbol sadece futbol olarak kalamadığından salt bir oyun olmanın ötesine geçiyor her zaman. Dünya futbolunun “patronu” FIFA tarafından 2022 Dünya Kupası’nı düzenleme hakkının Katar’a verildiği 2010 yılından bu yana bu tercih uluslararası kamuoyu nezdinde ağır eleştirilere maruz kalmıştı. Şimdiye kadar gerçekleştirilenler içinde siyasi yanı en görünür olan bir dünya kupasını geride bıraktık. Hâlen şerî hukukla yönetilen halkı Müslüman bir ülkenin ev sahibi olmasının payı büyüktü bu siyasi görünürlükte. Pusuda bekletilen oryantalist literatürden argümanlar devşirildi hemen. Vakıa Fas üstüne kaygılar dökülüp indi, oyuncuların maymuna benzetilmesi bile belli konumlanışları, kültürel narsizmleri açıklamaya yetiyor. Katar’ın ev sahipliğini sorgulamadığını dile getirenlerin bile önceki dünya kupası organizasyonları vesilesiyle piyasacı sistem yahut ekolojik riskler bahsinde bu kadar büyük cümleler kurmadıkları hatırlanabilir.
Diğer taraftan dünya kupasının Katar’da düzenlenmesinin Arap ve Müslüman toplumların farklı kültürlerini futbolun küresel deneyimini zenginleştirmek için kullanarak bu toplumlar hakkındaki önyargılı düşünceyi dekolonize etmeye yardımcı olabileceği söylenmişti. Hatta FIFA Dünya Kupası’nın beyaz veya sömürgeci olmayan yeni bir modernite için ortak bir alan olması gerektiği vurgulanmıştı: Arap, Asyalı, Afrikalı, Yerli ve Latin hoşgörü, insan hakları ve iyi yönetim değerlerine hitap eden ve Küresel Güney’e sıklıkla dayatılan klişelere meydan okuyan bir modernite. Şüphesiz bunda İkinci Dünya Savaşı sonrasında neokolonyalizmin nasıl bir Afrika icat ettiğini görmezden gelmeme hissiyatı baskındı. Dahası “birikmiş öfkeyi” yabana atmadan, bu öfkenin neden ve nasıl biriktiğini anlamaya çalışma çabası. Türkiye’de değil yalnızca dünyada da Müslüman ülkelerin ötesinde tüm ezilmiş, Asya, Afrika, Güney Amerika ülkelerinin Avrupa ile oynadıkları maçların kolonyal dünyadaki “kurtuluş savaşları” ile bir tutulup anlamlandırılarak izlenmesi bununla doğrudan bağlantılıdır.
Katar’da düzenlenen turnuva, dünyada ve Türkiye’de futbol düşünürken aslında ne düşünüldüğüne, dair esaslı soruya verilen tüm cevapların kavramsal dökümünü görmeyi mümkün kıldı. Oyun, endüstriyel futbol, hafıza, tarih, mekân, siyaset, mali özerklik, şöhret güdümlü yıldız oyuncu sistemi, karmaşıklık, çelişkiler, millî kimlikler, çatışmalar, toplumsal sınıflar, sapkınlıklar, sömürgecilik, taraftarlık, duygular, paganizm, aileler gibi onca kavram çerçevesindeki defansif/ofansif cevaplar/yorumlar basit bir oyunun nelere gebe olduğunu gösterdi.
Futbolu bir “yumuşak güç” enstrümanı olarak gayet başarılı biçimde kullanan Katar, kendince İslâmî ilkelerini hayata geçirmekte, sponsorların dediğinin olduğu ve şirketleşmenin esas sayıldığı günümüzde tüm dünyayı karşısına alacak kadar kararlı davrandı. Mesela maçların oynandığı mekânların görülebilen yerlerine “Her iyilik bir sadakadır!”, “Yarım hurma bile olsa kendinizi (sadakayla) ateşten koruyun, o da yoksa güzel bir söz söyleyin!”, “Merhamet etmeyene merhamet edilmez!’ gibi hadisler yazıldı. Entegrizmden, uzlaşmacılıktan, uyumdan, sentezden, “çağın şartları” gibi argümanlardan uzakta belirlediği ilkeleri tavizsiz uygulayarak bu konuda öncülük etti, belki de kendi farklı modernleşme tecrübesini perçinledi.
Aslına bakılırsa sahanın dışında da devam eden futbolun, sadece futbol ve gol demek olmadığını da anlatmaya yardım ediyor bu hâl. Sol-liberal ve Kemalist kesim en çok da Katar’ın başka bir modernleşmeyi düşünmeyi mümkün kılan bu kararlılığına tepki gösterdi. Zira onlar dinin ethos olmasını kesinlikle reddettiklerinden var oluşlarını ona karşı durmada görüyorlardı ekseriyetle. Suudi Arabistanlı ve Tunuslu oyuncuların, daha sonra Fas Millî Takımı’nın güçlü rakiplerine karşı kazandıkları her maçtan sonra kapandıkları secde giderek dünya kupası jargonunda yerini bulan “secde edenler” (sâcidûn) deyimini üretti. Kupanın Filistin bayrağı da dâhil olmak üzere İslâm coğrafyasında ortak semboller, ritüeller ve mekânlar üzerinden farklı bir kamusal alan oluşturduğu ileri sürülebilir.
Futbolda kazanmak her alanda kazanmak anlamına gelmiyor elbet, belki bu kazanç gerçek ilişkilerdeki çarpıklığı yok etmez de ama yüzyıllardır sürekli incinen bir onurun tamirinde, uyuyan bir bilincin uyanışında önemli bir etkisi olduğu çok açık. Bu yüzden futbol hemen herkesi bir yandan cezbedip keyiflendiren, diğer yandan da deli edip iğrendiren bir oyun. Meselenin güzel ve iğrenç yanlarına eğilen bir filozofun da vurguladığı gibi “Keyif ve iğrenme bu oyuna verilen aynı ölçüde haklı iki tepki, nitekim izlediğimiz her oyunda kâh keyifleniyor kâh iğreniyoruz, ne kadar keyifleniyorsak bir o kadar da iğreniyoruz.” Bununla beraber futbol her durumda bir mizaç, kişilik, fedakârlık ve dayanışma gösterisidir; duygu, hatıra ve nostalji gösterisidir. Denilebilir ki duygu veya duygular insanın köklü varlığı, bilinci ve aklı almaksızın gerçekleşmez. Duygu belirli bir rasyonalitenin ve farkındalığın parçasıdır. Hâliyle herhangi bir duygusallığı, akıldan uzak gören kişi hata eder. Bu yüzden belirli bir olayla ilgili birçok duygusallık söz konusudur. Dünya kupasında yaşananlar hem akıl hem de bilinç çeşitliliğinin kanıtıdır.
Daha net bir ifadeyle, tüm bunlar, çoğu sporun aksine futbolun bireyci olmadığının da ispatı kabul edilebilir. Dolayısıyla her şeyin askıya alındığı bir şimdide gerçekleşen maçlarıyla futbol olgusundaki bütünün, parçaların toplamından fazlası olduğu apaçık biçimde ortadadır. Pek çok düşünürün/filozofun modern dünyanın çeşitli veçheleri üstüne düşünürken futbola yönelmesi de tesadüf değildir. Zira futbolun merkezindeki topluluk deneyimi ve sağladığı canlı “cemaat hissi” bu oyuna has siyasallıkları ve farklı boyutları gündeme taşıyor.
Kur’ân’da oyun bağlamındaki tartışmalar dünyanın geçiciliği, gerçek olmayışı, sahteliği ve avuntudan ibret yönlerine vurgu yaparken aynı zamanda insanların merkezini oluşturduğu hayatın gerçek anlamıyla teatral bir sahne olduğuna da işaret etmektedir. Aslında toplumsal alan da gündelik hayat bir futbol sahası gibidir. Bir farkla ki bu sahada herkes oyuncu ve aynı zamanda izleyicidir. Oyunu kurallarına göre oynayanlar belli bir kişilik ve karakterle nitelenebilirler. Dünya kupasındaki mücadelenin, öteki diye kodlanmış Batı karşıtı tutumun inşacı bir süreci başlatması için entelektüellerin, siyasilerin, öncü vasfı kazanabilecek tüm güçlerin aktif hâle gelmesi gerekir. Fas’ın başarısı, Katar’ın organizasyonu Müslümanları İslâm âleminde belirgin bir birlik ruhuna sevk etti. Paganist bir kutsallaştırmanın pençesine düşmeden bu bütünleşmenin siyasal alandaki organizasyonları için her zamankinden çok çaba gösterilmesi gerekir. Unutmamak gerekir ki maç bittiğinde hayat devam ediyor ve sonra başka bir “maç” başlıyor.
Futbol hakkında düzenli yazanlar, kaleme aldıklarının gelip geçiciliğinin ayırdına varmışlardır. Ama böyle olmayan metinlerin de hayli yekûn tuttuğu söylenebilir. Bilindiği üzere dergimiz yirmi yıl önce “Din Dışı Kutsallıklar ve Futbol Paganizmi” başlıklı bir dosya ile futbolun geçmişte ve günümüzde nasıl bir olgu olduğunu anlayıp eleştirel bir bakış açısıyla anlatmaya çalışmıştı. Umarız bu sayımız da okurlarımızın birazcık farklı bir bakışla futbolun tarihselliği ve uyandırdığı duygular başta olmak üzere çeşitli boyutlarını görmesine ön ayak olur. Yeni sayımızda buluşmak temennisiyle.
Umran