Umran'dan

 

Yaklaşık 200 yıldan beri bir zoraki medeniyet değiştirme ameliyesine maruz bırakılan
müslümanların (genelde İslam coğrafyası, özelde ise Türkiye insanının) ciddi
anlamda bir “kimlik krizi” yaşadığı inkar edilemez. Toplumun iist/elit kesimlerinden
başlayarak bütün katmanlarını etkisi altına alan ve giderek derinleşen bu krizin
fotoğrafını çekmeye ve temellerini irdelemeye çalışıyoruz bu sayımızda.
Bir mîlad belirlemek gerekirse, bizim yaşadığımız kimlik krizinin başlangıç noktasını
Tanzimat olarak almak en isabetlisi gibi gözüküyor. Her ne kadar geriye doğru
II. Mahmut, III. Selim hatta Lâle Devri ıslahatları bu krizin ilk işaretlerini veriyor
idiyse de, gerçek anlamda “kimlik sorunu"nun Tanzimat’la birlikte münhasıran elit
zümrede ortaya çıktığını müşahade etmekteyiz. Engelhardt’ın ifadesiyle “bir gözü doğuda,
bir gözü batıda”, dünyaya “¡¡apt” bakan bir aydın tipinüı bu dönemde türediğini
tesbit etmek; sadece “soıun”un start noktasını belirlemek anlamına gelmiyor, aynı
zamanda “neden’leıini yakalamamızı da kolaylaştırıyor.
Nitekim Yusuf Kaplan, Tanzimat’la başlayan Osmanlı modernleşmesinin başlangıçta
“İslam'ı dinamikleri ve anlam haritalarını" olumsuzlamayı hedef almadığını,
hatta tam tersine bunları savunma reflekslerini ateşlediğini ancak, nihayetinde bariz
bir “epistemolojik ve ontolojik kırılma"yla sonuçlandığını, İçimlik bunalımının kaynağının
da buralarda aranması gerektiğini savunuyor. Cumhuriyet elitlerinin bu krizi
radikal bir medeniyet değişimi projesiyle aşmayı denediklerini, ancak fiyaskoyla neticelenen
bu absürt deneyimin bizi, İslami temele dayalı yeni ve yeniden bir "icat,
inşa ve imar ameliyesine” soyunmaya mecbur kıldığını söylüyor.
Abdurı ahman Aıslan da, sözünü ettiğimiz kimlik krizinin modern/batılı değerler
ve emtia ile tanışmamızın travmatik bir sonucu olarak doğduğunu anlatıyor,
kendisiyle yaptığımız söyleşide. Arslan, krizin temelini özellikle müslürnan zihnin
modernist etkilerle dönüşümünde arıyor.
Mehmet Akif Ak ise, İsmet Özel’in “ Türk kimliği"ne vurgu yapan yazısına ilişkin
eleştirel bir değerlendirmeyle başladığı incelemesinde, insanlığın tarihi kadar eski
olan “dini kimlik"in, modernizmin ürünü olan ulus-devletlerle birlikte “ulusal kimlik"
t dönüştüğünü tespit ediyor ve “kimlik” tartışmalarını sosyolojizmin bir tuzağı
olarak niteliyor.
Yıldırım Canoğlu, ilciyüz yıllık kimlik krizini özetleyen üstad Necip FazıTın bir
şiiriyle başladığı araştırma yazısında “kimlik”, “kişilik”, “ben” kavramlarını analiz ettikten
sonra Kuran ayetlerinden yola çıkarak “inanç” temeline dayalı kimlik tanımlamasının
çerçevesini çizmeyi deniyor ve bu krizin aşılması için gerekli ipuçlarını yakalamak
bağlamında “ tek başına bir ümmet" olan Hz. İbrahim’in “muvahhid”
kimliğine sahip olmayı yani “İbrahimî duruş"u öneriyor.
Muzaffer Emin Göksu ve Murat Güzel ise, sözünü ettiğimiz sorunu, bililerinin
“siyasal İslam” olarak nitelediği ve “iflas ettiğini” iddia ettiği nev-zuhur tanımlama
bağlamında tartışıyorlar.
Umıan “kimlik sorununa açılım getiren diğer yazılara ilaveten, düşünce yazıları,
ekonomi çarkı, Türkiye ve dünya gündemi, yansımalar ve denemeler gibi bölümlerle
devam ediyor.
Selam ve Sevgilerle.

 

EDİTÖR                                               Mayıs 2000, Sayı:69, Sayfa:1

Yaklaşık 200 yıldan beri bir zoraki medeniyet değiştirme ameliyesine maruz bırakılan müslümanların (genelde İslam coğrafyası, özelde ise Türkiye insanının) ciddi anlamda bir “kimlik krizi” yaşadığı inkar edilemez. Toplumun üst/elit kesimlerinden başlayarak bütün katmanlarını etkisi altına alan ve giderek derinleşen bu krizin fotoğrafını çekmeye ve temellerini irdelemeye çalışıyoruz bu sayımızda. Bir mîlad belirlemek gerekirse, bizim yaşadığımız kimlik krizinin başlangıç noktasını Tanzimat olarak almak en isabetlisi gibi gözüküyor. Her ne kadar geriye doğru II. Mahmut, III. Selim hatta Lâle Devri ıslahatları bu krizin ilk işaretlerini veriyor idiyse de, gerçek anlamda “kimlik sorunu"nun Tanzimat’la birlikte münhasıran elit zümrede ortaya çıktığını müşahade etmekteyiz. Engelhardt’ın ifadesiyle “bir gözü doğuda, bir gözü batıda”, dünyaya “şaşı” bakan bir aydın tipinin bu dönemde türediğini tesbit etmek; sadece “sorun”un start noktasını belirlemek anlamına gelmiyor, aynı zamanda “neden’lerini yakalamamızı da kolaylaştırıyor. Nitekim Yusuf Kaplan, Tanzimat’la başlayan Osmanlı modernleşmesinin başlangıçta “İslam'ı dinamikleri ve anlam haritalarını" olumsuzlamayı hedef almadığını, hatta tam tersine bunları savunma reflekslerini ateşlediğini ancak, nihayetinde bariz bir “epistemolojik ve ontolojik kırılma"yla sonuçlandığını, kimlik bunalımının kaynağınında buralarda aranması gerektiğini savunuyor. Cumhuriyet elitlerinin bu krizi radikal bir medeniyet değişimi projesiyle aşmayı denediklerini, ancak fiyaskoyla neticelenen bu absürt deneyimin bizi, İslami temele dayalı yeni ve yeniden bir "icat, inşa ve imar ameliyesine” soyunmaya mecbur kıldığını söylüyor. Abdurrahman Arslan da, sözünü ettiğimiz kimlik krizinin modern/batılı değerler ve emtia ile tanışmamızın travmatik bir sonucu olarak doğduğunu anlatıyor, kendisiyle yaptığımız söyleşide. Arslan, krizin temelini özellikle müslüman zihnin modernist etkilerle dönüşümünde arıyor. Mehmet Akif Ak ise, İsmet Özel’in “ Türk kimliği"ne vurgu yapan yazısına ilişkin eleştirel bir değerlendirmeyle başladığı incelemesinde, insanlığın tarihi kadar eski olan “dini kimlik"in, modernizmin ürünü olan ulus-devletlerle birlikte “ulusal kimlik"e dönüştüğünü tespit ediyor ve “kimlik” tartışmalarını sosyolojizmin bir tuzağı olarak niteliyor. Yıldırım Canoğlu, ikiyüz yıllık kimlik krizini özetleyen üstad Necip Fazıl'ın bir şiiriyle başladığı araştırma yazısında “kimlik”, “kişilik”, “ben” kavramlarını analiz ettikten sonra Kur'an ayetlerinden yola çıkarak “inanç” temeline dayalı kimlik tanımlamasının çerçevesini çizmeyi deniyor ve bu krizin aşılması için gerekli ipuçlarını yakalamak bağlamında “ tek başına bir ümmet" olan Hz. İbrahim’in “muvahhid” kimliğine sahip olmayı yani “İbrahimî duruş"u öneriyor. Muzaffer Emin Göksu ve Murat Güzel ise, sözünü ettiğimiz sorunu, birilerinin “siyasal İslam” olarak nitelediği ve “iflas ettiğini” iddia ettiği nev-zuhur tanımlama bağlamında tartışıyorlar. Umran “kimlik sorununa açılım getiren diğer yazılara ilaveten, düşünce yazıları, ekonomi çarkı, Türkiye ve dünya gündemi, yansımalar ve denemeler gibi bölümlerle devam ediyor. Selam ve Sevgilerle.

 


  • Sayı: 359
  • Sayı: 358
  • Sayı: 357
  • Sayı: 356
  • Sayı: 355
  • Sayı: 354
  • Sayı: 353
  • Sayı: 352
  • Sayı: 351
  • Sayı: 350
  • Sayı: 349
  • Sayı: 348