EDİTÖR Aralık 2016, Sayı:268, Sayfa:1
İslâmcı siyasal düşünce, Müslüman düşünürler nezdinde “İslâm dünyasındaki genel toplumsal çöküşe ve son 200 yıldır İslâm dünyasını etkisi altına almış olan Batı tahakkümüne” karşı bir entelektüel cevap verme çabası olarak görülebilir. Bu entelektüel reaksiyon, modernitenin ve Batı’nın toptan reddedilmesinden, toptan benimsenmesine kadar oldukça geniş bir yelpazeyi oluşturmuştur. Bu açıdan çağdaş İslâm düşüncesinin özgün isimlerinden şehid Seyyid Kutub üzerinde durulması gerekmektedir. Aslında Kutub üzerinde hazırladığımız bu sayı, daha farklı bir şekilde Ağustos ayında yayımlanacaktı. Ne var ki 15 Temmuz darbe girişiminden dolayı gecikerek okuyucularımızla buluşuyor dosyamız. Bu gecikme bütün aksi ve kasıtlı, saptırıcı ve evhamlı yorumların yanlışlığını bir kere daha anlamamıza yardımcı oldu. Dünyanın egemenlerinin ve basiretsizlerin iddialarının aksine Kutub’un, Yoldaki İşaretler’den İstikbal İslâm’ındır’a kadar eserleri, şiddet ve teröre bulaşmaksızın, Müslümanların kendi içerisinde ciddi bir uyanış, diriliş, ıslahat cephesi açmasını sağlamaya çalışmasının ne kadar kıymetli olduğunu gözler önüne serdi. Onun cihad anlayışı, itikadın ve amelin sıhhati üzerinde yeniden düşünmek, elde edilen iman ve salih amelin bütün insanlığa tebliğinden ibarettir denilebilir. Hiç şüphesiz Seyyid Kutub, 20. yüzyılın İslâmcı düşünürleri arasında, bugün dünyada en çok tanınan, fikirleri ve yöntemi en çok tartışılandır. ‘Cahiliye, cihat, Rabbani yöntem, sosyal adalet’ gibi anahtar kavramlara dayanan, yeni bir toplumsal kuramın kurucusu olan Kutub’un amacı, İslâmi olanın ne olduğunu hareket noktasında ortaya çıkararak, buradan hareketle mevcut sorunları daha etkili biçimde eleştirmektir. Kutub’un etkisi Türkiye’de İslâmî uyanış ve yöneliş sürecinin tam merkezinde yer almaktadır! Bu bağlamda şahıslar, düşünürler planında etkisinden bahsedilecek kişilerin içerisinde şüphesiz ki Seyyid Kutub’un yeri son derece müstesnadır. Sadece Yoldaki İşaretler kitabının tesiriyle varoluşsal bir değişim sürecine giren yüz binlerce gencin durumunu zikretmek yeterli. Bazı araştırmacılar, farklı alanlarda eser vermiş Kutub’un çalışmalarını üç bölümde ele alıyorlar. Bazıları ise onun radikalizmini sorguluyorlar. Bir İslâmî hareket elbette ki, düşünce, hedef, araç ve metot, mücadele konusunda Allah’ın açık emirlerini çiğneyerek adım atamaz. Hatta Müslüman şahsiyet için de aynı durum geçerlidir. Sonuç da son nefese kadar Müslüman, hayatın bütün ünitelerinde Rabbimizin rızası doğrultusunda nefes alıp vermeyi hedefler. Aynı şey hareket için de geçerli. Sorun burada mutlak alanı, tasavvuru doğru konumlandırmama, içtihat perspektifini yadsımaktan kaynaklanmakta. Elbette Kutub’un Yoldaki İşaretler kitabında Rabbanilik mevzuunu canlı, dinamik aktarımı daha çok retorik yoğun, içeriği tahkik edilmemiş salt retoriğin egemenliğine bırakıldı. Ne var ki Kutub üzerine Türkçede birkaç yetkin çalışma dışında nitelikli metin bulmak oldukça zor. Üniversitedeki akademisyenlerin Kutub konusunda genellikle kolaycı bir tutuma kaçtıkları, birtakım açıklama biçimlerine mahkûm olarak yazdıkları görülüyor. Bu çerçeveyi genişletebilmek için Seyyid Kutub’a farklı yaklaşan bir metni de okurlarımızla buluşturuyoruz. Yazıda, Arap dünyasında İslâmcılığın iki büyük teorisyeni Kutub ve el-Benna’nın millet, milliyet ve milliyetçilik gibi kavramlar üzerine görüşleri karşılaştırmalı olarak ele alınıyor. Bu iki ismin fikirleri gerek Mısır’da gerek Arap dünyasında ve genel olarak tüm İslâm dünyasında siyasal süreçleri derin biçimde etkilemiştir ve etkilemeye devam etmektedir. Bu iki ismin İslâm, milliyetçilik ve ikisi arasındaki ilişkiye dair yaklaşımları ilginç benzerlikler ve bir o kadar da farklılıklar arz ediyor. Dosyamızın özellikle Kutub’un fikirlerinin Türkiye’ye intikali bağlamındaki Musa Üzer’le söyleşinin Kutub çalışmalarını çeşitlendireceğini, daha nitelikli hale getireceğini umuyoruz. Bir kere daha vurgulamak gerekir ki Kutub’da cihad, tıpkı İlahi vahyin dilinde de olduğu gibi, Allah yolundaki her tür hareketliliğin adıdır. Nitekim hayatı boyunca cihad ettiğini kendisi de söyleyen Seyyid Kutub’un, herhangi bir terör ya da şiddet eylemine katıldığına dair kim en ufak bir bilgi/ belge gösterebilir? Kutub terminolojisinde bolca dile getirilen ‘cihad’ kavramı, ne terör ve ne de şiddet ile asla anlaşılamaz. Onun bütün mücadele ve cihadı, bütün yeryüzü insanlığını özgürleştirmek amacıyla, sahih İslâm’ın tebliğidir. Ona göre İslâmi tebliğ engellenirse cihad farz olur. Burada da yine cihad öncelikle kalem ve fikirle yürütülen eylemin adıdır. Merhum Kutub, tarihsel süreklilikte İslâm’ı yaşayış, temsil ve hak, adaleti talep, zulme karşı çıkma noktasındaki merhaleyi işaretlemekte. Bugün için bakıldığında Kutub’un örnekliği, dava adamlığı yine emsaldir hepimize. Bununla birlikte Kutub’un akide, İslâmi kimlik ve hedef noktasında ortaya koyduğu yaklaşımlar, altını çizdiği hususlar, bugün belki dünden daha fazla gerekli. Neye inandığımız ve kim olduğumuz, ne için var olacağımız noktasındaki ontolojik duruşumuzu hercümerç eden postmodern siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik hegemonyada bilinçli ve zorunlu olarak “küçük şeylerle” bizleri meşgul etmelerine karşın Kutub gibi “büyük” ve dahi “asıl” şeyleri söyleyenlere bir kez daha kulak vermemiz gerekiyor. Yeni sayımızda buluşmak ümidiyle.