Editör Aralık 2012, Sayı: 220, Sayfa: 1
Türkiye’de siyasi otorite, din eğitimi ile ilgili birçok detayları sıkı sıkıya belirlediğinden, bu konuda devletin açtığı yollar dışındaki yönelim, söylem ve tartışmalar sürekli yasadışı olarak görülmüştür. Bu da yıllar içerisinde “Resmi İslâm” şeklindeki bir İslâm anlayışı ve algılayışını kurumsallaştırmıştır. İktidarların farklı dozlarda bu anlayışa ekleme ve çıkarmaları, süreç içerisinde sadece “Resmi İslâm” ın uygulamalarında kısmi değişimlere sebep olmuştur. Modernleşme ve/veya batılılaşma tarihimiz, temelde toplumun sivil referans kodu olan İslâm üzerinde sorunsallaştığından; ayrıca yukarıdan aşağıya doğru bir modernleşme yöntemi uygulandığından, tüm değişim ve dönüşümlerde etkilenen birinci unsur Müslüman pratikleri ve zihniyeti olmuştur.
Eğitim sisteminde yapılan düzenlemeler din eğitimi tartışmalarını yeniden gündeme getirmiştir. Bu konudaki son tartışma 28 Kasım 2012 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan “Milli Eğitim Bakanlığı’na Bağlı Okul Öğrencilerinin Kılık ve Kıyafetlerine Dair Yönetmelik” te başörtüsünün bütün okullarda serbest bırakılmamış olması İslâmi emirlerin iktidar/devlet tarafından nasıl algılandığını göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Milli Eğitim Bakanı Dinçer’in söylediği, “Kur’ân-ı Kerim dinlemenin adap ve usulü vardır. Biz de o derste Kur’ân-ıKerim’in adap ve usulüne uyacağız. Onun dışında türban serbest değil. Diz üstü etek ve yırtmaçlı etek de yasak.” cümlesine sinmiş iki çarpıklık aslında Türkiye’de yaşanan zihni bölünmenin ne kadar trajik olduğunu göstermektedir. Öncelikle şu hayati/ciddi sorunun sorulması gerekir: Kur’ân-ı Kerim’i dinleme adap ve usulü var da Kur’ân-ı Kerim’in emir ve yasaklarına (başörtüsü gibi) riayet etme sorumluluğu yok mu? Neden öğrencilerin önüne bir barikat olarak yönetmeliği çıkarıyorsunuz da kısıtlı bir alanda üstelik de onları iki yüzlülüğe mecbur kılacak bir düzenlemeye girişiyorsunuz? Düzenleme sadece tutarsızlık değil aynı zamanda tesettürü diz üstü etek ve yırtmaçlı etekle kıyaslama alanında kendini gösteren bir başka çarpıklığı taşıyor.
Kur’ân-ı Kerim, Hz. Muhammed’in Hayatı ve Temel Dini Bilgiler seçmeli dersleri ile DinKültürü ve Ahlâk Bilgisi zorunlu derslerinde İslâm’ın ibadet esaslarını öğrenen ve bu ibadetleri yapmakla yükümlü olduğu yaşa gelen öğrencilerin, ibadetlerini serbestiyet içerisinde yerine getirememeleri ise, bu ülkenin en yaman çelişkisi olarak varlığını sürdürmektedir. Ortaöğretim kurumlarında okuyan öğrenciler, bir Müslümanın imandan sonra ilk yerine getirmesi gereken farz ibadet olan namazı, özellikle de öğle ve ikindi namazlarını, hem mescidleri olmadığı için ve hem de ders saatleri, en temel hak olan ibadet ihtiyacı dikkate alınmadan düzenlendiği için kılamamaktadırlar. Bu resmen, ‘namaz kılmayı öğren ama namaz kılmana ve camiye gitmene izin vermeyiz, namazsız müslüman ol!’ demektir. Bu yaman çelişkinin can yakıcı biçimde sürmesine daha fazla müsaade edilemez. (İmam Hatipler dışında) Başörtüsü yasağını devam ettiren yeni yönetmelik başta olmak üzere diğer konuları gündeme taşımalı ve öğrencilerin ibadet hürriyetleri acilen sağlanmalı, bu amaçla gerekli kanuni düzenlemeler hiç vakit kaybetmeden yapılmalıdır.
Din eğitimine dair yoğun tartışmanın sürdüğü bu vasatta ilahiyatlar başta olmak üzere varolan kurumsal yapıları gözden geçiren, konunun uzmanlarından yazıların ve bu alanda yetkin Hayrettin Karaman’la röportajın yer aldığı bir sayı ile karşınızdayız. Eğitimin daha nitelikli hale getirilmesine katkı yapacak sayımızın din eğitimi alanındaki tartışmalara önemli bir katkı olacağını ümid ediyoruz.
Yeni sayımızda buluşmak dileğiyle.
Not: 219. Sayımızda yayımlanan Hikmet Zeyveli’nin “‘Dört Halifeyi Farklı Okumak mı, İtibarsızlaştırmakmı?” başlıklı yazısı daha önce Nida dergisinin 155. sayısında (Eylül-Ekim 2012) yayınlanmıştır.
Umran