Editör Mayıs 2022, Sayı: 333, Sayfa: 1
Günahlardan ve kötülüklerden arınma; iyilik, güzellik, güç ve şuurla donanma kaynağı olan bir Ramazan ayını daha geride bıraktık. Oruç günlerinin değerini bilerek bayrama daha inançlı, daha yücelmiş, daha içten erişenlere ne mutlu! Daha önce, her vesileyle defalarca belirttiğimiz gibi Türkiye’nin karşı karşıya olduğu ciddi problemleri fakat bir o kadar da imkânları var. Mesela her ülke için stratejik bir sektör kabul edilen tarım ülkemizde hem bir problem hem de imkân alanı. Günümüzde ülkeler arasındaki ticaret savaşlarının büyük ölçüde tarım ve gıda üzerinden sürdürülmesiyle beraber yeniden alevlenen ve daha da karmaşıklaşan mücadeleler söz konusu.
Tarımla alakalı eski/yeni defterlerin yeniden açılmasını sağlayan küresel salgınla beraber vurgulanan önemli bir nokta, “gıda güvenliği” kavramı üzerine yeniden düşünmenin gerekliliğidir. Rusya-Ukrayna Savaşı ile daha da belirginlik kazanan gıda krizi, toprağa bağlı üretimin nasıl hayati ve stratejik değer taşıdığını bir kez daha tüm devletlere tecrübe ettirdi. Artan jeopolitik risklerin tarımsal emtia fiyatlarında meydana getirdiği baskı her geçen gün daha çok hissediliyor. Küresel ticaret dengelerindeki bozulma, tedarik zincirindeki kırılma, jeopolitik krizler, korumacılıkla birlikte yükselen gıda milliyetçiliği, iklim değişikliğinin olumsuz etkileri, enerji krizi ve yatırım fonlarının tarım emtiasına artan ilgisi gibi çok sayıda gelişmenin bugün sonuçlarına şahit oluyoruz.
Türkiye, tarımda yıllardır çözemediği kronik sorunlarla kırılganlıkları iyiden iyiye artırmış ve tarımda sürdürülebilir bir yapıdan hızla uzaklaşmıştır. Öte taraftan küresel araştırma raporları önümüzdeki süreçlerde gıda sıkıntısından dolayı yaşanması muhtemel iç ayaklanma sıralanmasında Türkiye’yi öncelikli ülkelerin başında zikretmiştir! Bu vasatta neoliberal küreselleşme süreçlerinin ve bu doğrultuda uygulanan politikaların tarım üzerindeki sarsıcı etkilerini yeniden değerlendirmenin ve gıda güvenliğini inşa etmenin devletler için bir millî güvenlik sorunu olduğu kabul edildi. Şurası çok açık artık: 1980’lerden itibaren Türkiye’de de uygulamaya geçirilen neoliberal tarım politikaları iflas etmiş durumda. 1990’lı ve 2000’li yıllarda konan yapısal uyum programlarıyla büyüyen şirketler kartelleşmeye yol açtı. Unutulmamadır ki ekonomiler için, haksız rekabet kadar kartelleşme de ciddi bir tehdittir. Tüketici haklarını koruyamaz ve anti tröst yasalarını doğru şekilde uygulamazsanız, ülke bu fırsatçılar için âdeta vahşi kapitalizm cenneti olur. Tüm bunlar İslâm’ın, devlet mekanizmasında tek meşru yasa olduğunu kabul edip, bu doğrultuda birtakım uygulamaları en güzel şekilde hayata geçirmenin gerekliliğini bir kere daha ortaya koyuyor.
Üretimin yerine tüketimin, dolayısıyla ithalatın desteklendiği on yıllar boyunca tarımla uğraşanların bile tüketiciye dönüşmeleri gibi hazin bir durumla karşı karşıya kalındı. Üretimden uzaklaşan Türkiye’nin sadece tarımın temel girdileri olan mazot, ilaç, tarımsal üretim sürecinin belki de en kritik noktası kabul edilebilecek tohum, yem vd. tarım hammaddeleri ve gıda ürünlerinde ithalatçı bir ülke konumuna düşmesi kaçınılmazdı. Oysa Türkiye bulunduğu coğrafya, iklim şartları, bitki gen kaynakları, biyo-çeşitlilik, ticaret imkânları ve geçmişten gelen üretim kültürü ile potansiyeli çok yüksek ülkelerin başında geliyor. Bu yüzden mevcut endüstriyel tarım ve gıda sisteminin yeniden düşünülmesi ve dönüştürülmesi için neler yapılabileceği üzerinde durulması lazım. Tarım alanındaki belli başlı sorunlar şu şekilde özetlenebilir: Tarımsal planlama yokluğu, etkisiz ve işlevsiz desteklemeler, yüksek girdi maliyetleri, dağınık yapıdaki üretici, işlevsiz kooperatifler ilk etapta anılabilir.
Buna kuralları sağlıklı işlemeyen serbest piyasa, yerli üretici ve üretimi desteklemek yerine ithalatın öne çıkması, ortak akıl ile politika oluşturulmaması, güncel olmayan istatistikler, katma değerli üretim ve markalı ihracatın yetersizliği eklenince işler çığırından çıkıyor. Bununla beraber Türkiye’de tarımın öteden beri farklı düşünce ekolleri tarafından kendi düşünsel pozisyonlarına göre ele alınıp değerlendirildiği de göz ardı edilmemeli. Günümüzde hararetle yürütülmekte olan tarım politikaları tartışmalarına bakmak sadece Kemalizm’i yeniden üretmeye çaba harcayan yazarların zikrettikleri kurumları, isimleri bilmeyi değil, nasıl ve nereden baktığımızı belirlemeyi öncelikli olarak gerektiriyor. Yine aynı şekilde düzgün gıdaya ulaşmayı öne çıkaran burjuvazinin yeni paganizmi hatırlatan permakültür tarzı “kentli” tutum ve tavırlarını da bu çerçevede değerlendirmek şarttır. Bu ülkenin imkânlarının farkında olanların, tarım meselesine eğilmemeleri, İslâm’ın böylesi tartışmaları nasıl ele aldığını güncel bağlamda yeniden üretip bir tartışma çerçevesi sunamamaları üzerinde düşünülmesi gereken esas problemlerden biridir.
Yoksulluk, bölgesel eşitsizlikler, çevre ve sosyal politikalar gibi birçok önemli meseleyi anlamlı bir şekilde konuşabilmek için tarımda ve köyde olup bitenleri hesaba katmak şarttır. Tarımda son yıllara ilişkin en çarpıcı süreç tarımsal üreticilerin meta ve “piyasa” ilişkilerine görülmemiş derecede bağımlı duruma gelmesidir. Çoğunluğunu hâlâ küçük üreticilerin oluşturduğu tarım sektöründeki kredi kullanımının genişlemesi ve borçlanma süreçleri çiftçileri mülksüz kılmanın yanı sıra meta zincirleri yolu ile aynı zamanda sömürü düzeninin sistematikleşip derinleşmesine yol açıyor.
Tarımdaki mevcut iç karartıcı durumu ortadan kaldırmanın ve dışa bağımlılıktan kurtulmanın yolu alternatif bir tarım düzeninden geçiyor. En başta tarımda küçük üreticileri, mevsimlik tarım işçileri, tarım destek ve teşvikleri, tarım kredileri/borçları, alternatif gıda inisiyatifleri ve tarım kooperatifleri, yerli üretim, kuralsız serbest piyasa düzeni üzerinde yeniden düşünülmesi gereken konulardandır. Hiç şüphesiz kooperatifçilikten organik tarıma kadar her tür teklif, çiftçi örgütlenmesi, devlet desteği ancak alternatif ve kapitalizm dışı bir zihniyet gelişmesiyle anlamlı hâle gelebilir. Yoksa kurulu düzen aynı şekilde devam eder.
Doğru tarım politikaları uygulandığında ülkemizin sahip olduğu zenginlik ve potansiyel Türkiye’nin tüketim ve ithalat sarmalını kırmasını sağlayacaktır. Burada bir gerçeğin altını özel olarak çizmek gerekir. Gıda krizleri, genetiği değiştirilen organizmalar, tükenen sular ve yok edilen ormanlar, daralan tarım alanları, kimyasal atıklar, zehirli gazlar esasen insanların yapıp ettikleri yüzündendir; “ekini ve nesli helak etmeleri”ndendir, “Allah’ın yaratışını bozmaları”ndandır! Sorunlara bu açıdan bakmadığımız ve bütüncül bir yaklaşım ortaya koymadığımız sürece uzun vadeli ve kalıcı çözümler üretmemiz mümkün değil. En gerekli, en güncel, en hayati olan budur. İnanıyoruz ki hiçbir emek zayi olmaz. Allah, doğru yolda sarf edilen emekleri fazlasıyla ödüllendirir.
Bu vesile ile tüm Müslümanların Ramazan Bayramı’nı tebrik eder, yürekleri yanmış müminlere aydınlık günleri ve gelecekleri göstermesini Cenab-ı Allah’tan dileriz. Yeni sayımızda buluşmak üzere…
Umran