İSTİKLÂL/İSTİKBÂL MÜCADELESİ -Millî Mücadele, Müstesnâ Şair ve Kuşatmalar-

 

 

İSTİKLÂL/İSTİKBÂL MÜCADELESİ
-Millî Mücadele, Müstesnâ Şair ve Kuşatmalar-
Türkiye uzun zamandır bir tarih dönümü yaşıyor, hâliyle bu durum eskinin tümüyle ortadan kalkamadığı, yeninin
ise tam manasıyla kurulamadığı bir patinaj durumunu beraberinde getiriyor. Türkiye’nin düzeninin ne/nasıl
olması gerektiğini yüzyıl içinde çok tartıştık, böyle giderse daha çok tartışacağız. Bu açıdan İstiklâl Harbi’nin
yüzüncü yılının ardından İstiklal Marşı’nın kabulüne giden sürecin ve sonrasının konuşulması lazım… Asırlarca
İslâm’la iç içe yaşamış bu coğrafyada İslâmcılığın dışındaki ideolojilerin direniş örgütleme becerileri, ufukları ve
heyecanları yoktu. Bu nedenle İstiklâl Harbi’nin İstiklâl Marşı’nın ideolojisiyle kazanıldığı ayan beyan ortadadır.
Bu süreçte Mehmet Âkif’in de içinde olduğu İslâmcı kanat hayli merkezî bir rol oynadı. Direniş zafere ulaştıktan
sonra ihdas edilen Birinci Meclis’te İslâmcı damar güçlüydü.
Tarihin bir olaylar geçidi değil, bitip tükenmeyen yorumlar olduğunu dikkate alırsak Türkiye’nin yeni bir
kuşatmayla karşı karşıya kaldığı söylenebilir. Şu günlerde tekrar gündeme gelen anayasa tartışmaları bağlamında
1921 ve 1924 anayasalarının hatırlanması sadece tarihî bir değerlendirme olmayacak, geçmişin ışığında
şimdiyi muhasebe etme imkânı ve geleceğin şekillenmesine katkı sunacaktır. Dolayısıyla bunun öncesinde
İstiklâl ve İstikbâl şairi olmanın yanında umut şairi vasfıyla öne çıkan Mehmet Âkif’i yeniden okumak gerekmektedir.
Belki şairin dediği gibi “İstiklâl Marşı’ndan yeni bir anayasa çıkabilir.” Bu bir açıklama olmanın ötesinde bir
ümittir. İstiklâl Marşı’nın doğmasına sebep olan ruhu Âkif’in gündeme getirdiği Asımın Nesli üzerinden daha iyi
kavrayabiliriz. Bu nesil, ülkesi düşmanlar tarafından işgal edilmiş, büyük savaşlar ve yıkımlar -Balkan Savaşları,
Çanakkale Savaşları, Millî Mücadele- yaşamış olan ve tekrar ayağa kalması için bir milletin ihtiyaç duyduğu nesildir.
Bu nesil ülkeyi yeniden imar edecek, ayaklar altındaki insanlık onurunu yeniden hak ettiği yere yüceltecek
ideal gençlik şeklinde konumlandırılır.
Millî Mücadele’deki çabaları başta olmak üzere çalışmalarıyla toplumsal hafızada müstesnâ bir yer edinen
Mehmet Âkif resmî söylemde üstü örtülen, suskunlukla geçiştirilen bir portreydi. Aslında İstiklâl Marşı’nın yazılmasıyla
başlayan hayat tek parti devrinden itibaren kademe kademe, adım adım bu ülkenin esasını teşkil eden
Millet-i İslâm’ın elinden alındı ve bu milletin kendi hayatını, kendi hayat imkânlarını kullanması merhale merhale
yok edildi. Sonraki yıllarda 28 Şubat Darbesi sürecinde de ortaya çıktığı üzere Kemalist kesimler, İslâmcı olduğu
için Âkif’le bir türlü barışamadı… Cumhuriyet aydınlanmasının mimarları tarafından büyük şaire reva görülen
utanç verici muameleyi de eklersek, bu kesimlerin Âkif’e mesafesi daha iyi anlaşılabilir. İstiklâl Marşı’nın, ruhundan
uzak bir besteyle söylenmeye devam edilmesinin bunun bir parçasını teşkil ettiği bile düşünülebilir.
Fikriyatının ve hissiyatının kaynağı hıfzettiği İlahi Kelam olması itibariyle Mehmet Âkif, aynı zamanda
Kur’ân şairidir de… Onun amacı ve çabası, birçok düşünürün bilerek veya bilmeyerek yaptığı gibi, Batı’nın bilim
ve teknolojinin arkasına gizlenmiş zihniyet ve hayat tarzını doğrudan veya dolaylı bir şekilde meşrulaştırmak
değil, Müslüman kitleleri öncelikle doğruya yani İslâm’ın esaslarına çağırmaktır. Kaldı ki Mehmet Âkif kendisiyle
özdeşleşen Sırât-ı Müstakim ve Sebîlürreşâd dergilerindeki metinleri başta olmak üzere yazıp söylediklerinde,
olguları sorgulama cesaretini öncelikle Kur’ân’dan alır ve bunu etrafındakilere de aktarır. İlkeleri üzerinden gerçekliği
kavrayan bir şair ve eylem insanı Âkif bütün hayatıyla bir İslâmcı portresi çizer. Çöküş yıllarının zemininde,
İslâmî ilkeler üzerinden tazelenmiş bir söylem hattı geliştirmenin çabasını sergiledi “Bülbül”ün şairi. Hep
sözünü ettiğimiz “yol” onun hakikatiydi.
Mehmet Âkif’in yakın dostlarından Said Halim Paşa’nın eserleri arasında yer alan İslamlaşmak bu hususta
daha geniş malumat verecektir. Onların arzusu, asırların birikimi bir kirlenmenin, Müslümanlar tarafından tashihi
maksadıyla ana kaynağa dönmekten ibarettir. Bu ise bir tecdid faaliyetidir. Daha önceki asırlarda Müslüman
âlimler ve mütefekkirler, Kur’ân’dan ilham alarak İslâm’ı kendi çağlarının idrakine nasıl söyletmişler ise bu asırda
da yapılması gereken işte budur. Zira önceki çağların idrakiyle düşünerek bu asrın insanına yol gösterilemez; o
takdirde din, “ölüler dini” hâline gelir. Oysa “diri doğmuş, diri yaşamış ve diri yaşayacak” olan bu hayat dini her
çağın ihtiyacına cevap verir.
Günümüzde, kötülüğün engelle karşılaşması, hayrın önünün açılması için Mehmet Âkif’i ve fikriyatını gündeme
taşımaya her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Böylece İslâmcılığın dinamik doğasıyla bugünün zihinleri
arasında irtibat kurulmuş olacaktır. İslâmcılığın alâmeti farikası, vahiy ve nübüvvet bilgisinden ilham alan
ve hem geçmişi hem de yaşadığı çağı bu ilhamdan edindiği ufuk, bilinç, irfan ve hikmet ile anlamaya/anlamlandırmaya
ve tanımlamaya çabalayan soylu bir mücadeledir. Bunu gösterecek bir konumu benimsememiz lazım.
Yeni sayımızda buluşmak temennisiyle…
Um             

     Editör                                        Mart 2021, Sayı: 319, Sayfa:1

Türkiye uzun zamandır bir tarih dönümü yaşıyor, hâliyle bu durum eskinin tümüyle ortadan kalkamadığı, yeninin ise tam manasıyla kurulamadığı bir patinaj durumunu beraberinde getiriyor. Türkiye’nin düzeninin ne/nasıl olması gerektiğini yüzyıl içinde çok tartıştık, böyle giderse daha çok tartışacağız. Bu açıdan İstiklâl Harbi’nin yüzüncü yılının ardından İstiklal Marşı’nın kabulüne giden sürecin ve sonrasının konuşulması lazım… Asırlarca İslâm’la iç içe yaşamış bu coğrafyada İslâmcılığın dışındaki ideolojilerin direniş örgütleme becerileri, ufukları ve heyecanları yoktu. Bu nedenle İstiklâl Harbi’nin İstiklâl Marşı’nın ideolojisiyle kazanıldığı ayan beyan ortadadır. Bu süreçte Mehmet Âkif’in de içinde olduğu İslâmcı kanat hayli merkezî bir rol oynadı. Direniş zafere ulaştıktan sonra ihdas edilen Birinci Meclis’te İslâmcı damar güçlüydü.

Tarihin bir olaylar geçidi değil, bitip tükenmeyen yorumlar olduğunu dikkate alırsak Türkiye’nin yeni bir kuşatmayla karşı karşıya kaldığı söylenebilir. Şu günlerde tekrar gündeme gelen anayasa tartışmaları bağlamında 1921 ve 1924 anayasalarının hatırlanması sadece tarihî bir değerlendirme olmayacak, geçmişin ışığında şimdiyi muhasebe etme imkânı ve geleceğin şekillenmesine katkı sunacaktır. Dolayısıyla bunun öncesinde İstiklâl ve İstikbâl şairi olmanın yanında umut şairi vasfıyla öne çıkan Mehmet Âkif’i yeniden okumak gerekmektedir. Belki şairin dediği gibi “İstiklâl Marşı’ndan yeni bir anayasa çıkabilir.” Bu bir açıklama olmanın ötesinde bir ümittir. İstiklâl Marşı’nın doğmasına sebep olan ruhu Âkif’in gündeme getirdiği Asım'ın Nesli üzerinden daha iyi kavrayabiliriz. Bu nesil, ülkesi düşmanlar tarafından işgal edilmiş, büyük savaşlar ve yıkımlar -Balkan Savaşları,Çanakkale Savaşları, Millî Mücadele- yaşamış olan ve tekrar ayağa kalması için bir milletin ihtiyaç duyduğu nesildir. Bu nesil ülkeyi yeniden imar edecek, ayaklar altındaki insanlık onurunu yeniden hak ettiği yere yüceltecek ideal gençlik şeklinde konumlandırılır.

Millî Mücadele’deki çabaları başta olmak üzere çalışmalarıyla toplumsal hafızada müstesnâ bir yer edinen Mehmet Âkif resmî söylemde üstü örtülen, suskunlukla geçiştirilen bir portreydi. Aslında İstiklâl Marşı’nın yazılmasıyla başlayan hayat tek parti devrinden itibaren kademe kademe, adım adım bu ülkenin esasını teşkil eden Millet-i İslâm’ın elinden alındı ve bu milletin kendi hayatını, kendi hayat imkânlarını kullanması merhale merhale yok edildi. Sonraki yıllarda 28 Şubat Darbesi sürecinde de ortaya çıktığı üzere Kemalist kesimler, İslâmcı olduğu için Âkif’le bir türlü barışamadı… Cumhuriyet aydınlanmasının mimarları tarafından büyük şaire reva görülen utanç verici muameleyi de eklersek, bu kesimlerin Âkif’e mesafesi daha iyi anlaşılabilir. İstiklâl Marşı’nın, ruhundan uzak bir besteyle söylenmeye devam edilmesinin bunun bir parçasını teşkil ettiği bile düşünülebilir.

Fikriyatının ve hissiyatının kaynağı hıfzettiği İlahi Kelam olması itibariyle Mehmet Âkif, aynı zamanda Kur’ân şairidir de… Onun amacı ve çabası, birçok düşünürün bilerek veya bilmeyerek yaptığı gibi, Batı’nın bilim ve teknolojinin arkasına gizlenmiş zihniyet ve hayat tarzını doğrudan veya dolaylı bir şekilde meşrulaştırmak değil, Müslüman kitleleri öncelikle doğruya yani İslâm’ın esaslarına çağırmaktır. Kaldı ki Mehmet Âkif kendisiyle özdeşleşen Sırât-ı Müstakim ve Sebîlürreşâd dergilerindeki metinleri başta olmak üzere yazıp söylediklerinde, olguları sorgulama cesaretini öncelikle Kur’ân’dan alır ve bunu etrafındakilere de aktarır. İlkeleri üzerinden gerçekliği kavrayan bir şair ve eylem insanı Âkif bütün hayatıyla bir İslâmcı portresi çizer. Çöküş yıllarının zemininde, İslâmî ilkeler üzerinden tazelenmiş bir söylem hattı geliştirmenin çabasını sergiledi “Bülbül”ün şairi. Hep sözünü ettiğimiz “yol” onun hakikatiydi.

Mehmet Âkif’in yakın dostlarından Said Halim Paşa’nın eserleri arasında yer alan İslamlaşmak bu hususta daha geniş malumat verecektir. Onların arzusu, asırların birikimi bir kirlenmenin, Müslümanlar tarafından tashihi maksadıyla ana kaynağa dönmekten ibarettir. Bu ise bir tecdid faaliyetidir. Daha önceki asırlarda Müslüman âlimler ve mütefekkirler, Kur’ân’dan ilham alarak İslâm’ı kendi çağlarının idrakine nasıl söyletmişler ise bu asırda da yapılması gereken işte budur. Zira önceki çağların idrakiyle düşünerek bu asrın insanına yol gösterilemez; o takdirde din, “ölüler dini” hâline gelir. Oysa “diri doğmuş, diri yaşamış ve diri yaşayacak” olan bu hayat dini her çağın ihtiyacına cevap verir.

Günümüzde, kötülüğün engelle karşılaşması, hayrın önünün açılması için Mehmet Âkif’i ve fikriyatını gündeme taşımaya her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Böylece İslâmcılığın dinamik doğasıyla bugünün zihinleri arasında irtibat kurulmuş olacaktır. İslâmcılığın alâmeti farikası, vahiy ve nübüvvet bilgisinden ilham alan ve hem geçmişi hem de yaşadığı çağı bu ilhamdan edindiği ufuk, bilinç, irfan ve hikmet ile anlamaya/anlamlandırmaya ve tanımlamaya çabalayan soylu bir mücadeledir. Bunu gösterecek bir konumu benimsememiz lazım.

Yeni sayımızda buluşmak temennisiyle…

                                                                                         Umran

 


  • Sayı: 364
  • Sayı: 363
  • Sayı: 362
  • Sayı: 361
  • Sayı: 360
  • Sayı: 359
  • Sayı: 358
  • Sayı: 357
  • Sayı: 356
  • Sayı: 355
  • Sayı: 354
  • Sayı: 353