Tamamlanmamış Devrim Tarihin Uyanışı, İslâmi Hareketler ve Geleceğe Dair

 

Ortadoğu’da meydana gelen devrimle başkaldırı arasındaki ayaklanmalar, başlangıcından bu yana, çeşitli olduğu
kadar çelişkili teorileri, yorumları ve tanımları beraberinde getirdi. Arap dünyasındaki ayaklanmalara verilen tepkiler
kelimenin en basit manasıyla benzeşmeyen bir yapı arz ediyor. Olayların meydana geldiği ülkelerdeki gelişmeleri
vaka bazında incelemeye giriştiğimizde hâlâ birçok sorunun cevapsız kaldığı söylenebilir. Buna karşın olayları anlamlı
bir şekilde yorumlamak için tarafgirlikten uzak olmak şart. Ortadoğu’da neler oluyordu? Neden şimdi yaşanmıştı?
Hareketler kendiliğinden mi ortaya çıktı, yoksa bir veya birkaç yabancı el hem olayları hem de zihinleri mi yönlendirmişti?
Çoğu tanıdık yorumcuya göre bu hareketler, ABD ve Avrupa’nın kılavuzluğu, hatta tezgahı olmadan meydana
gelmezdi. Şahit olunan, bir silkiniş hareketinden çok, demokrasi kisvesi altında sürdürülen başka bir denetim şekliydi.
Söylenenlere göre, yaşanan olaylar, George W. Bush’un 2003’te büyük bir tantana yaratan BOP programının canlı
uygulamasıydı. Bu görüşe mukabil, diğerleri tam tersi bir fikir geliştirdi. Şahit olduğumuz bu ayaklanmalar kendiliğinden
ortaya çıkan, Batılı çıkarlara karşı olan ve Arap toplumlarının özgürlüğe doğru yürüdükleri bir çağın habercisidir.
Keskin sınırlarla belirlenmiş bu iki görüş arasında olayların daha ihtiyatlı bir değerlendirmesine imkan veren, her
şeyin olgulara bağlanıp ince bir değerlendirmeden geçirildiği üçüncü bir yaklaşım da var: “İhtiyatlı iyimserliğin duygu
galeyanı ile temeli olmayan şüpheciliğin aşırılığından uzak durmaya çalışmak”… Buna karşın şu bir gerçek: Neresinden
bakılırsa bakılsın Ortadoğu’daki uyanışın itici gücünü oluşturan protestocuların büyük bir çoğunluğu Müslüman’dı;
dinlerine karşı değil, dinleriyle birlikte, çoğu zaman da dinleri adına hareket ettiler.
Hiç şüphesiz Ortadoğu’daki karmaşık durum, başka siyasi, ekonomik veya stratejik mesele yokmuş gibi sadece
demokratikleşmeye odaklı, basite indirgeyici bir siyasi görüşün dışında bir sürü meseleyi içermekte. Ne trajiktir ki
jeopolitik hesapların, çıkarcılığın ve komploculuğun Suriyelilerin özgürlük ve haysiyet arayışını destekleyip desteklememe
konusunda belirleyici etken olmaya devam ettiği bir vasatta Umran olarak, Ortadoğu’daki gelişmeleri ağırlıklı bir
şekilde İslâmi hareketler üzerinden ele alan bir sayı hazırladık. Sayımızın amacı, açımlanmakta olan uyanış sürecinin
içerisine İslâm’ı dini ve ideolojik bir kaynak olarak oturtmak; uyanışı teşkil eden ayaklanmaları yakın tarih, muhtemel
sebepler ve daha geniş bir siyasi, ekonomik ve jeostratejik bağlamda tahlil etmektir. Aslında bu veçhelerin her biri
mevcut çalışmanın boyutunu aşan kapsamlı bir incelemeye konu olacak noktalardır.
İslâmcı partiler (Tunus, Mısır, Libya ve Suriye’de Müslüman Kardeşler uzantılı partiler) gösterilere katılıp lidersiz
bir kitle hareketini ele geçirebilecek en iyi örgütlenmiş muhalif gruplar olarak ortaya çıkınca Batılı ülkelerde -adeta
panik halinde- İslâmcı tereddüt olarak adlandırabileceğimiz “soru işaretleri” oluşmaya başladı. Tunus ve Mısır özelinde
Nahda ve Müslüman Kardeşler üzerinden yapılan tahliller, İslâm’ın toplumdaki yeri hakkında sürdürülen tartışmaların
iki ana tema üzerinde odaklandığını gösteriyor: İslâm’ın demokratik çoğulculuk ve dini çeşitlilikle uyumluluğu ve daha
özel olarak, İslâmcı partilerin diktatörlükten kurtulmuş toplumlarda oynayacağı rol. İslâmcı parti ve grupların içerisinde
zuhur eden nesiller arası gerginlik ve halk ayaklanmalarının farklı yorumları, diktatörlüğe karşı direnişin gerektirdiği
birlik görüntüsünün altında yatan gerçek ayrılıkları kısmen de olsa gün yüzüne çıkardı.
Kimse gelecekte ne olacağını bilemez. Fakat yine de, Arap dünyasındaki her İslâmcı akımın, kendi tarihinde
mühim bir evreden geçmekte olduğu kesin. Her bir hareketin krizle, muhalefetle, yasalaştırma süreçleriyle, askersiyaset
ilişkisiyle, farklı etnik ve dini gruplarla nasıl başa çıktığı/çıkacağı gibi hususlar, bu hareketlerin kendi geleceğini,
dolaylı olarak da bölgenin, İslâm dünyasının ve hatta dünyanın geleceğini belirleyecek öneme sahip. Bu süreçte şeriatın
mahiyeti, miras hukuku, yoksulluk politikaları gibi usule ve esasa ilişkin daha başka tartışmalar da gündeme gelecek.
Diktatörlüklerin düşmesinden sonra yeni anayasa tasarılarının çizilmesi, parlamento ve başkanlık seçimlerinin
yapılmasıy ile bu konularda belli bir aşama kaydedildiği görülüyor. Elbette bu, sıkıntıların ve sorunların olmadığı
anlamına gelmez. İslâm’ın kitlesel ayaklanmalardaki yeri ve İslâmi kaynakların dini, ahlaki ve siyasi düzlemlerde nasıl
hayata geçirildiği bütün boyutlarıyla ele alınmak isteniyorsa, bu tip hayati soruların tarihi ve ideolojik içeriklerini
idrak etmek şart. Ortadoğu uyanışının geleceği ve Müslüman toplumlarının uluslararası ilişkiler konusunda yeni bir
paradigma oluşturmak için yeni yollar, yeni soru yöntemleri çizmenin yeni usullerini keşfetme kapasitesi önümüzdeki
yılların en önemli tartışma konuları arasında yer alacak. Artık gündemde, İslâmi kaynağın mahiyetinin ayaklanmaların
en hararetli anında ve sonrasında ne olacağı sorusu var. Bu bakımdan Tarık Ramazan’ın şu ifadeleri oldukça anlamlı:
“Hiçbir şey yerine oturmadı; hiçbir şey kesin değil. Kestirme yollara yer yok; ayaklanmaların devrimleri doğurması için
zaman gerek; kitlelerin uyanarak aydınlanmış ortak bir öz-farkındalık kazanması için ise sağduyu lazım. Diktatörlerden,
aşırı duygulardan ve çatışmalardan sonra artık zaman inşa etme, katkıda bulunma zamanıdır.”
Gerçekler hangi açıdan yorumlanırsa yorumlansın, Ortadoğu’da bir şeylerin değiştiği ve geri döndürülemez bir
sürece girildiği apaçık.
Yeni sayımızda görüşmek dileğiyle
Umran

 

     Editör                                                       Şubat 2013, Sayı: 222, Sayfa: 1

     Ortadoğu’da meydana gelen devrimle başkaldırı arasındaki ayaklanmalar, başlangıcından bu yana, çeşitli olduğu kadar çelişkili teorileri, yorumları ve tanımları beraberinde getirdi. Arap dünyasındaki ayaklanmalara verilen tepkiler kelimenin en basit manasıyla benzeşmeyen bir yapı arz ediyor. Olayların meydana geldiği ülkelerdeki gelişmeleri vaka bazında incelemeye giriştiğimizde hâlâ birçok sorunun cevapsız kaldığı söylenebilir. Buna karşın olayları anlamlı bir şekilde yorumlamak için tarafgirlikten uzak olmak şart. Ortadoğu’da neler oluyordu? Neden şimdi yaşanmıştı?Hareketler kendiliğinden mi ortaya çıktı, yoksa bir veya birkaç yabancı el hem olayları hem de zihinleri mi yönlendirmişti? Çoğu tanıdık yorumcuya göre bu hareketler, ABD ve Avrupa’nın kılavuzluğu, hatta tezgahı olmadan meydanagelmezdi. Şahit olunan, bir silkiniş hareketinden çok, demokrasi kisvesi altında sürdürülen başka bir denetim şekliydi. Söylenenlere göre, yaşanan olaylar, George W. Bush’un 2003’te büyük bir tantana yaratan BOP programının canlı uygulamasıydı. Bu görüşe mukabil, diğerleri tam tersi bir fikir geliştirdi. Şahit olduğumuz bu ayaklanmalar kendiliğinden ortaya çıkan, Batılı çıkarlara karşı olan ve Arap toplumlarının özgürlüğe doğru yürüdükleri bir çağın habercisidir. Keskin sınırlarla belirlenmiş bu iki görüş arasında olayların daha ihtiyatlı bir değerlendirmesine imkan veren, herşeyin olgulara bağlanıp ince bir değerlendirmeden geçirildiği üçüncü bir yaklaşım da var: “İhtiyatlı iyimserliğin duygu galeyanı ile temeli olmayan şüpheciliğin aşırılığından uzak durmaya çalışmak”… Buna karşın şu bir gerçek: Neresinden bakılırsa bakılsın Ortadoğu’daki uyanışın itici gücünü oluşturan protestocuların büyük bir çoğunluğu Müslüman’dı; dinlerine karşı değil, dinleriyle birlikte, çoğu zaman da dinleri adına hareket ettiler. Hiç şüphesiz Ortadoğu’daki karmaşık durum, başka siyasi, ekonomik veya stratejik mesele yokmuş gibi sadece demokratikleşmeye odaklı, basite indirgeyici bir siyasi görüşün dışında bir sürü meseleyi içermekte. Ne trajiktir kijeopolitik hesapların, çıkarcılığın ve komploculuğun Suriyelilerin özgürlük ve haysiyet arayışını destekleyip desteklememe konusunda belirleyici etken olmaya devam ettiği bir vasatta Umran olarak, Ortadoğu’daki gelişmeleri ağırlıklı birşekilde İslâmi hareketler üzerinden ele alan bir sayı hazırladık. Sayımızın amacı, açımlanmakta olan uyanış sürecinin içerisine İslâm’ı dini ve ideolojik bir kaynak olarak oturtmak; uyanışı teşkil eden ayaklanmaları yakın tarih, muhtemel sebepler ve daha geniş bir siyasi, ekonomik ve jeostratejik bağlamda tahlil etmektir. Aslında bu veçhelerin her birimevcut çalışmanın boyutunu aşan kapsamlı bir incelemeye konu olacak noktalardır.İslâmcı partiler (Tunus, Mısır, Libya ve Suriye’de Müslüman Kardeşler uzantılı partiler) gösterilere katılıp lidersizbir kitle hareketini ele geçirebilecek en iyi örgütlenmiş muhalif gruplar olarak ortaya çıkınca Batılı ülkelerde -adetapanik halinde- İslâmcı tereddüt olarak adlandırabileceğimiz “soru işaretleri” oluşmaya başladı. Tunus ve Mısır özelindeNahda ve Müslüman Kardeşler üzerinden yapılan tahliller, İslâm’ın toplumdaki yeri hakkında sürdürülen tartışmalarıniki ana tema üzerinde odaklandığını gösteriyor: İslâm’ın demokratik çoğulculuk ve dini çeşitlilikle uyumluluğu ve daha özel olarak, İslâmcı partilerin diktatörlükten kurtulmuş toplumlarda oynayacağı rol. İslâmcı parti ve grupların içerisinde zuhur eden nesiller arası gerginlik ve halk ayaklanmalarının farklı yorumları, diktatörlüğe karşı direnişin gerektirdiği birlik görüntüsünün altında yatan gerçek ayrılıkları kısmen de olsa gün yüzüne çıkardı. Kimse gelecekte ne olacağını bilemez. Fakat yine de, Arap dünyasındaki her İslâmcı akımın, kendi tarihinde mühim bir evreden geçmekte olduğu kesin. Her bir hareketin krizle, muhalefetle, yasalaştırma süreçleriyle, asker siyaset ilişkisiyle, farklı etnik ve dini gruplarla nasıl başa çıktığı/çıkacağı gibi hususlar, bu hareketlerin kendi geleceğini, dolaylı olarak da bölgenin, İslâm dünyasının ve hatta dünyanın geleceğini belirleyecek öneme sahip. Bu süreçte şeriatın mahiyeti, miras hukuku, yoksulluk politikaları gibi usule ve esasa ilişkin daha başka tartışmalar da gündeme gelecek. Diktatörlüklerin düşmesinden sonra yeni anayasa tasarılarının çizilmesi, parlamento ve başkanlık seçimlerinin yapılması ile bu konularda belli bir aşama kaydedildiği görülüyor. Elbette bu, sıkıntıların ve sorunların olmadığı anlamına gelmez. İslâm’ın kitlesel ayaklanmalardaki yeri ve İslâmi kaynakların dini, ahlaki ve siyasi düzlemlerde nasılhayata geçirildiği bütün boyutlarıyla ele alınmak isteniyorsa, bu tip hayati soruların tarihi ve ideolojik içeriklerini idrak etmek şart. Ortadoğu uyanışının geleceği ve Müslüman toplumlarının uluslararası ilişkiler konusunda yeni bir paradigma oluşturmak için yeni yollar, yeni soru yöntemleri çizmenin yeni usullerini keşfetme kapasitesi önümüzdeki yılların en önemli tartışma konuları arasında yer alacak. Artık gündemde, İslâmi kaynağın mahiyetinin ayaklanmaların en hararetli anında ve sonrasında ne olacağı sorusu var. Bu bakımdan Tarık Ramazan’ın şu ifadeleri oldukça anlamlı: “Hiçbir şey yerine oturmadı; hiçbir şey kesin değil. Kestirme yollara yer yok; ayaklanmaların devrimleri doğurması için zaman gerek; kitlelerin uyanarak aydınlanmış ortak bir öz-farkındalık kazanması için ise sağduyu lazım. Diktatörlerden, aşırı duygulardan ve çatışmalardan sonra artık zaman inşa etme, katkıda bulunma zamanıdır . ”Gerçekler hangi açıdan yorumlanırsa yorumlansın, Ortadoğu’da bir şeylerin değiştiği ve geri döndürülemez bir sürece girildiği apaçık. Yeni sayımızda görüşmek dileğiyle.

                                                                                                              Umran

 


  • Sayı: 351
  • Sayı: 350
  • Sayı: 349
  • Sayı: 348
  • Sayı: 347
  • Sayı: 346
  • Sayı: 345
  • Sayı: 344
  • Sayı: 343
  • Sayı: 342
  • Sayı: 341
  • Sayı: 340