EDİTÖR Eylül 2015, Sayı:253, Sayfa:1
PKK’nın devrimci halk savaşı çerçevesinde asker ve polislere yönelik saldırıları, Kürt siyasi hareketinin yönetiminde bulunan birçok ilçe ve birkaç şehir merkezinde Suriye’deki kantonları andıran özerklik ilanlarının gölgesinde seçimlerin tekrarlanacağı/yenileneceği bir sürecin içerisine girildi. Şüphesiz bu seçim kararı, sadece muhtemel sonuçları bakımından değil uluslar arası sistem ve farklı siyasî aktörlerin pozisyonları dikkate alındığında büyük riskleri içermektedir. Sadece bir koalisyon kurulamamasının ötesinde anlamları olan bu süreci doğrubir şekilde analiz edebilmek için birtakım hususların altını çizmemiz gerekmektedir. Kürtlerin artık eskisi gibi yönetilmeyi istemediği bir durumun ürünü olan etnik temelli şiddet sorunu karşısında devlet aklı öteden beri iki tür refleks geliştirdi. Cumhuriyet’ten bu yana devam eden tedip ve tenkil esasına dayanan en sert biçimi ile hayata yansıyan devlet şiddeti ile sorunu bastırma temelli yaklaşım. Diğeri ise sorunun kaynağına inen ve sorunu dayandığı bütün temellerine dek çözmeye kararlı olan, silahla bastırmak yerine meseleyi kabul ederek çözüm arayan yaklaşım. Son iki yıla kadar Türkiye bu sorunu hep birinci yöntemle halletmeye çabaladı ama bu yöntem değişikliği bile PKK’nın daha da güçlenip büyümesine ve kendini toplumunun temsilcisi konumuna yükseltmesinin önüne geçemedi. Türkiye’deki ortalama birçok insan, ‘çözüm süreci’yle devam edilemeyeceği inancını paylaşmaya başlamıştır. HDP, bu anlamda ikircikli bir tavrı sürdürmeye devam etmektedir. Bir yandan PKK’nın şiddet ve baskı politikalarından yararlanarak oylarını artırmaya çalışmakta, diğer yandan demokratik söylem üzerinden yürüyen bir görüntü vermektedir. Bunun uzun vadede bir sonuca ulaşamayacağı ortadadır. Şu anda PKK’nın eylemlerini artırması karşısında HDP, net bir tavır alamamış ve ikircikli tavrını bırakacağına dair sinyaller de vermemiştir. AK Parti sorunu samimi olarak çözmek için adımlar attı, ama sorun bu adım atılana kadar öylesine büyümüş,öylesine girift bir hal almıştı ki AK Parti bu sorunu artık çoktan geçilmiş liberal çok kültürlülük temelinde kimlik haklarına dayanan bir model ile çözmeye çalıştı. Kürt sorunu dediğimiz olgunun sadece bir Türk sorunu olmaktan ibaret olmadığını Sykes-Picot anlaşmasını kotaran egemenler tarafından icat edilen bir sömürge coğrafyası olan Ortadoğu’ya içkin bir sorun olduğunu ve bunun da tıpkı Sünni ve Şii meselesi gibi jeopolitik bir mesele olarak görüldüğü takdirde çözüleceği anlaşılmış oldu. Bu süreçte dün Irak için çizilen parçalama stratejisi, bugün Suriye için çizilmiş ve IŞİD, PYD, YPG, PKK taşeronluğunda uygulamaya sokulmuştur. Irak-Suriye hattında bu taşeron yapılara, kurulacak devletçiklerin haritası çizdirilmektedir. İcra edilen stratejinin amacı, etnik, dini ve mezhebi olarak iç göç sağlanarak bölgeleri, kendi içlerinde etnik, dinî ve mezhebî olarak homojenleştirmektir. Koalisyon güçleri, etnik, dinî ve mezhebî olarak ayrışmış bölgeleri, güvenli bölge olarak ilan etmek, kantonlaştırmak, özerkleştirmek ve devletleştirmek amacına dönük olarak koruyacaktır. Eğer Esed rejimi Türkiye’nin sınırında bir saatli bomba oluşturmak ve bir de Kürtlerle uğraşmak istemeyip burayı Kürtlere teslim etmese ortada kanton falan olmayacaktı. Hakeza şu anda da o kantonlar bizzat ABD tarafından ayakta tutulan ve ABD için kara gücü fonksiyonu gören milisleşmiş bir halk toprak parçası. Önceki seçimde Türkiyelileşmekten ziyade Kürdistanileşen HDP’ye giden Kürt oylarının AK Parti’den kopuşu, çözüm sürecinin üzerinde yeniden düşünülmesini zorunlu kılmaktadır. Her şeyden önce çözüm süreci, kısa vadede HDP’ye yaradı ve maliyetlerin AK Parti’nin sırtında kalmasıyla sonuçlandı. Çatışmalarının yeniden başlamasının ardından yapılacak seçimlere bu maliyetlerin muhtemel etkilerinin ne olacağı konusunda net bir şeyler söylemek mümkün değil. Bununla birlikte bu süreç, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde devletin farklı bir zihnî arka planla hareket edişi bağlamında önemlidir. Yıllarca devam eden salt güvenlikçi siyasetlerden farklı olarak Erdoğan’ın şahsında AK Parti, sorunu insanî boyutta halledebilmek üzere harekete geçmiştir. Süreçle, Türkiye’nin enerjisini dağıtmadan, çatışma, gerilime meydan vermeden, Türkiye’nin normalleşmesi arzulanmaktaydı. Doğrusu mevcut ortam devam ettiği takdirde, bu etnik milliyetçiliklerin daha çok yükselişine tanıklık edebiliriz. Böyle bir durumda sosyal hayatın çok geniş bir alanı içerisinde etnik söylemlerin baskısı, ülke için de ciddi bir gerilim noktası oluşturabilecektir. Çünkü bu yükselen eğilim, sorun halletmekten çok siyasî söylemlerin de önderliğinde rövanş almaya yönelik hareketleri hızlandıracak gibi görünmektedir. Hiç şüphesiz bunun sosyal alandaçok geniş yeni tezahürlerini izlemek mümkündür Ayın sonunda idrak edeceğimiz Kurban Bayramı’nın izzetli, huzurlu, barış ve kardeşlik dolu bir hayatın başlangıcına, ümmetin sırât-ı müstakim üzere birlikteliğine vesile olması temennisiyle.
Umran