Tenkit ve İnsaf -Din Dili, İtidal ve İhtilaf Ahlakı-

 

Günümüzde maalesef çeşitli medya organlarında İslâm etrafında cereyan eden tartışmalar, dinî anlatımın çerçevesini belirleyen tebliğ, irşat ve davet ilkeleri doğrultusunda yapılmamaktadır. Oysa tebliğ, risaletle; irşat, ilim ve marifetle; davet ise hikmetle gerçekleştirilebilir. Maalesef İslâm ümmetinin başındaki en tehlikeli hastalık uzlaşmazlık ve ihtilaftır. Bu hastalık her bölgeyi, her şehri, her toplumu etkileyecek hale geldi. Zararlı etkisi fikirlere, inançlara, ahlâka ve davranışa, konuşma ve etkileşim biçimlerine nüfuz etti. Hem kısa hem de uzun dönem hedefleri ve amaçları dönüştürdü. Tıpkı karanlık bir hayalet gibi insanların ruhunu kuşatıyor, atmosferi zehirliyor ve sonunda kalpleri kısır ve ıssız yerlere dönüştürüyor. Birçok insan birbiriyle ihtilaf içinde… Bu durum, tüm İslâm esaslarının, emirlerinin ve yasaklarının, yalnızca insanları anlaşmazlığa sevk ettiği ve onları öldürücü bir çatışmaya sürüklediği izlenimini doğuruyor. Şüphesiz düşünme şuursuzca gerçekleşen bir refleksiyon hareketi değildir; işleyiş kuralları, uyulması gerekli ilkeleri vardır. Bu kurallar gözetilmediğinde bir faydasız ilim ortaya çıkabilmektedir. Bu faydasız bilgi, amacı, hedefi, belli olmayan ve dolayısıyla kullanımı bile sorunlu olan bilgidir. Buradan hareketle diyebiliriz ki düşünmenin olumlu ve olumsuz biçimleri vardır. Olumlu düşünmenin kuralları: Varlık üzerinde iyi bir gözlemde bulunmak, okumak, akletmek, vahye uymak, nesnenin görünümünden ayrı olarak sorunları görebilmek, bunların en önemlileridir. Sağlıklı düşünebilmenin önündeki önemli engellerden birisi şüphesiz onu bir karşıtlık içinde, alternatifliklerde kurmaktır. Kaygısı, genel geçer bir doğru bulmaktan çok, yanlış görülen bir şeye karşı tavır almaktır. Onun için birilerine cevap niteliği taşıyan bir açıklama bile yanlı olabilir. Hâlbuki müminin savunduğu gerçeklik tevhidi (bütüncü) olmalıdır. Esasen tevhid yalnızca Allah’ı birlemek değil, her şeyi Allah’ta birlemektir. Kur’ân’da belirtildiği üzere daha iyi bilen (âlim)ler olmakla birlikte İslâm’da bilginin varıp duracağı nihai bir nokta yoktur. Yegâne, sınırsız bilen Allah’tır. İnsanın bilgileri de O’nun bizim bilmemize açtığı sınırlı bilgilerden ibarettir. Hatta insanın bunları edinimi özel bir çabayla gerçekleşir. Tabi burada birbirinden az çok farklı sonuçlar elde edilir. Bunun için hiç kimsenin, kendi bulduğu yolun mutlak doğru, diğerlerininkini de mutlak yanlış görme yani düşünce tekelciliği yapma hak ve yetkisi yoktur. Başta düşüncede olmak üzere her alanda bir muhalefet olabilir ve olmalıdır da. Ancak muhalefet, etik bir tenkide bağlı olarak, bir şeye mutlak karşı olmak ve buna bir gerekçe bulmaktan öte, o konuda öngörülen doğrunun da gösterilmesi üzerine kurulur. Yeni ve sağlam bir düşüncenin inşası farklı görüşlerin ciddi bir kritiği üzerine oturur. Yeni bir kurgu yoksa eleştiri çoğu kere eleştirenin ferdi beklentilerinin tatmininden öte bir anlam ifade etmeyebilmektedir. Tenkit ve insaf birbirine akraba kelimelerdir. Tenkit ‘iyiyi kötüden ayırma işi’dir. İnsaf ise ‘hakkı teslim esasına dayanan ılımlı davranış, vicdanın sesine uyma’nın adıdır. Bugünkü deyimle her iki davranışta salt pozitiftir, negatifleri yoktur. Bir amel, tutum, söz veya yazının tenkit tarifine uyması, iyiyi kötüden ayırt etme kabiliyetine ve failin iyi niyetine bağlıdır. Böyle müspet bir hareket noktası bulunmayan kritikler tenkit sayılmaz. Tenkidin konusu bir metin, kişi yahut davranış olabilir. İltifat yahut karalamada aşırılık veya iftira varsa, dengeyi kaçırma söz konusuysa ortada tenkit yoktur. İhtilaf ahlakı deyince aklımıza gelen önemli kaidelerinden biri de görüşlerimizi mutlak doğru olarak takdim etmemek; hatalı olabileceğimizi, karşımızdakinin isabet etmiş olabileceğini hesaba katmaktır. Selef imamlarımızın ve âlimlerimizin bazı konularda farklı görüşleri olsa da sahip oldukları yüksek ahlâk ve davranış standartları sayesinde birbirlerinin kadir ve kıymetini nasıl bildiklerini, keza saygı ve nezaketi asla terk etmediklerini görebiliriz. İlk nesiller arasında bazı sorunlar yaşanmışsa da bunları nakletmenin bir faydası olmadığı aşikârdır. Çeşitli ihtilâf ve ayrılıklar içinde yorgun ve bitkin düşen günümüz Müslümanlarının, ilk nesillerin bu örnek ahlâkını kuşanmadan, çok özlediğimiz “İslâmî dirilişi” gerçekleştirmeleri beklenebilir mi? Müslümanlar olarak İslâm’ın ilk gününden itibaren başlatılmış olan cihanşümûl düşünme biçimimizi kaybetmemeli veya onu kaybettiğimiz yerden yakalayıp yeniden yaşanır hale getirmeliyiz. İhtilaflarımızdan rahmet hâsıl olabilmesi için, tezimizi en güzel bir biçimde savunmalıyız. Buradaki “ahsen” çok geniş bir anlamı ihtiva etmektedir. Zira, “hasen, ahsen, ihsan, muhsin” kelimeleri aynı zamanda, güzel olanı güzel bir şekilde sunmayı, ihsan etmeyi yani insanların yararlanabileceği bir tarza dönüştürmeyi vurgulamaktadır. Allah insanlara hayatı en güzel bir biçimde ihsan ettiyse, bizler de aynı yöntemi benimsemek zorundayız. Yeni sayımızda buluşmak temennisiyle…

 

EDİTÖR                                                          Mart 2017, Sayı:271, Sayfa:1

Günümüzde maalesef çeşitli medya organlarında İslâm etrafında cereyan eden tartışmalar, dinî anlatımın çerçevesini belirleyen tebliğ, irşat ve davet ilkeleri doğrultusunda yapılmamaktadır. Oysa tebliğ, risaletle; irşat, ilim ve marifetle; davet ise hikmetle gerçekleştirilebilir. Maalesef İslâm ümmetinin başındaki en tehlikeli hastalık uzlaşmazlık ve ihtilaftır. Bu hastalık her bölgeyi, her şehri, her toplumu etkileyecek hale geldi. Zararlı etkisi fikirlere, inançlara, ahlâka ve davranışa, konuşma ve etkileşim biçimlerine nüfuz etti. Hem kısa hem de uzun dönem hedefleri ve amaçları dönüştürdü. Tıpkı karanlık bir hayalet gibi insanların ruhunu kuşatıyor, atmosferi zehirliyor ve sonunda kalpleri kısır ve ıssız yerlere dönüştürüyor. Birçok insan birbiriyle ihtilaf içinde… Bu durum, tüm İslâm esaslarının, emirlerinin ve yasaklarının, yalnızca insanları anlaşmazlığa sevk ettiği ve onları öldürücü bir çatışmaya sürüklediği izlenimini doğuruyor. Şüphesiz düşünme şuursuzca gerçekleşen bir refleksiyon hareketi değildir; işleyiş kuralları, uyulması gerekli ilkeleri vardır. Bu kurallar gözetilmediğinde bir faydasız ilim ortaya çıkabilmektedir. Bu faydasız bilgi, amacı, hedefi, belli olmayan ve dolayısıyla kullanımı bile sorunlu olan bilgidir. Buradan hareketle diyebiliriz ki düşünmenin olumlu ve olumsuz biçimleri vardır. Olumlu düşünmenin kuralları: Varlık üzerinde iyi bir gözlemde bulunmak, okumak, akletmek, vahye uymak, nesnenin görünümünden ayrı olarak sorunları görebilmek, bunların en önemlileridir. Sağlıklı düşünebilmenin önündeki önemli engellerden birisi şüphesiz onu bir karşıtlık içinde, alternatifliklerde kurmaktır. Kaygısı, genel geçer bir doğru bulmaktan çok, yanlış görülen bir şeye karşı tavır almaktır. Onun için birilerine cevap niteliği taşıyan bir açıklama bile yanlı olabilir. Hâlbuki müminin savunduğu gerçeklik tevhidi (bütüncü) olmalıdır. Esasen tevhid yalnızca Allah’ı birlemek değil, her şeyi Allah’ta birlemektir. Kur’ân’da belirtildiği üzere daha iyi bilen (âlim)ler olmakla birlikte İslâm’da bilginin varıp duracağı nihai bir nokta yoktur. Yegâne, sınırsız bilen Allah’tır. İnsanın bilgileri de O’nun bizim bilmemize açtığı sınırlı bilgilerden ibarettir. Hatta insanın bunları edinimi özel bir çabayla gerçekleşir. Tabi burada birbirinden az çok farklı sonuçlar elde edilir. Bunun için hiç kimsenin, kendi bulduğu yolun mutlak doğru, diğerlerininkini de mutlak yanlış görme yani düşünce tekelciliği yapma hak ve yetkisi yoktur. Başta düşüncede olmak üzere her alanda bir muhalefet olabilir ve olmalıdır da. Ancak muhalefet, etik bir tenkide bağlı olarak, bir şeye mutlak karşı olmak ve buna bir gerekçe bulmaktan öte, o konuda öngörülen doğrunun da gösterilmesi üzerine kurulur. Yeni ve sağlam bir düşüncenin inşası farklı görüşlerin ciddi bir kritiği üzerine oturur. Yeni bir kurgu yoksa eleştiri çoğu kere eleştirenin ferdi beklentilerinin tatmininden öte bir anlam ifade etmeyebilmektedir. Tenkit ve insaf birbirine akraba kelimelerdir. Tenkit ‘iyiyi kötüden ayırma işi’dir. İnsaf ise ‘hakkı teslim esasına dayanan ılımlı davranış, vicdanın sesine uyma’nın adıdır. Bugünkü deyimle her iki davranışta salt pozitiftir, negatifleri yoktur. Bir amel, tutum, söz veya yazının tenkit tarifine uyması, iyiyi kötüden ayırt etme kabiliyetine ve failin iyi niyetine bağlıdır. Böyle müspet bir hareket noktası bulunmayan kritikler tenkit sayılmaz. Tenkidin konusu bir metin, kişi yahut davranış olabilir. İltifat yahut karalamada aşırılık veya iftira varsa, dengeyi kaçırma söz konusuysa ortada tenkit yoktur. İhtilaf ahlakı deyince aklımıza gelen önemli kaidelerinden biri de görüşlerimizi mutlak doğru olarak takdim etmemek; hatalı olabileceğimizi, karşımızdakinin isabet etmiş olabileceğini hesaba katmaktır. Selef imamlarımızın ve âlimlerimizin bazı konularda farklı görüşleri olsa da sahip oldukları yüksek ahlâk ve davranış standartları sayesinde birbirlerinin kadir ve kıymetini nasıl bildiklerini, keza saygı ve nezaketi asla terk etmediklerini görebiliriz. İlk nesiller arasında bazı sorunlar yaşanmışsa da bunları nakletmenin bir faydası olmadığı aşikârdır. Çeşitli ihtilâf ve ayrılıklar içinde yorgun ve bitkin düşen günümüz Müslümanlarının, ilk nesillerin bu örnek ahlâkını kuşanmadan, çok özlediğimiz “İslâmî dirilişi” gerçekleştirmeleri beklenebilir mi? Müslümanlar olarak İslâm’ın ilk gününden itibaren başlatılmış olan cihanşümûl düşünme biçimimizi kaybetmemeli veya onu kaybettiğimiz yerden yakalayıp yeniden yaşanır hale getirmeliyiz. İhtilaflarımızdan rahmet hâsıl olabilmesi için, tezimizi en güzel bir biçimde savunmalıyız. Buradaki “ahsen” çok geniş bir anlamı ihtiva etmektedir. Zira, “hasen, ahsen, ihsan, muhsin” kelimeleri aynı zamanda, güzel olanı güzel bir şekilde sunmayı, ihsan etmeyi yani insanların yararlanabileceği bir tarza dönüştürmeyi vurgulamaktadır. Allah insanlara hayatı en güzel bir biçimde ihsan ettiyse, bizler de aynı yöntemi benimsemek zorundayız. Yeni sayımızda buluşmak temennisiyle…

 


  • Sayı: 359
  • Sayı: 358
  • Sayı: 357
  • Sayı: 356
  • Sayı: 355
  • Sayı: 354
  • Sayı: 353
  • Sayı: 352
  • Sayı: 351
  • Sayı: 350
  • Sayı: 349
  • Sayı: 348