Editör Ocak 2024, Sayı: 353, Sayfa: 1
Dedeleri ve nineleri silah zoruyla evlerinden çıkarılmış yüz binlerce Filistinli ve Gazzeli uzun zamandır havadan, denizden ve karadan bombalanıyor. İsrail’in Filistinlileri her çeşit kötülüğü yaparak yeryüzünden silmeyi bir çeşit devlet geleneği hâline getirdiği net bir şekilde anlaşıldı. Filistinliler ise var olmak uğruna Mahmud Derviş’in dizeleriyle söylersek “Biz ki hâlâ buradayız/ Büyük hayallerimiz var” demeye devam ediyor. Genel olarak haberlerin ağında hakikatin üstünü örterek “kudurmuş köpek gibi” saldıran İsrail’in sesi olmayı seçen ‘dünya’ basını, küresel iletişim mecraları bu amansız yıkımı “savaş” kavramıyla aktarmayı seçiyor. Hâlbuki ortada bir savaş yok! İnsanlık tarihinin en trajik işgali, mülksüz kılma planlarından biri devreye sokulmuş durumda. Kadınlar, yaşlılar ve bilhassa çocuklar gözlerimizin ta içinde yok ediliyor. Mevcudiyetini sadece yıkmaya ve yok etmeye borçlu olan, insanı insan kılan merhamet duygusunu kaybetmiş bir terör devleti her gün çoğunluğunu çocukların oluşturduğu sayısız sivili katlediyor.
Gazze’de dünle yarın arasında yaşananların hangi gelişmelerin neticesi olduğunu kavramak gerekiyor. Fakat evvela şunun altını çizelim: Günlerdir büyük bir felakete şahitlik ediyoruz. İsrailliler, apartheid için saldırırken, Filistinliler bizatihi hayatta kalmak için mücadele veriyorlar. İsrail, Gazze’nin büyük bir kısmını enkaza çevirdi. Aslında Gazze, yıllardır sığınmacılardan ve sığınmacıların çocuklarından oluşan bir toplum halindeydi. Zor şartlara rağmen “Her şeye kadir olan Allah’a and olsun ki asla köle olmayacağız!” diye haykırıyorlar.
Şimdi daha iyi anlaşıldı ki Yüzyılın Antlaşması, İsrail’in işgal hareketini gözlerden ırak tutabilmek amaçlı bir zamana yayma operasyonuydu. Antlaşma Filistin’i, Filistinliler için bir açık hava hapishanesi yapmakta; zamanla Filistin topraklarını kolayca parçalama, yok etme ve ilhak etme imkânı sağlamaktaydı. Antlaşma kapsamında öyle bir Filistin Devleti öngörülmüştü ki, uluslararası kuruluşlara üye olamayacak, veto hakkı olmayacak, birçoğu Ürdün, Lübnan ve Suriye gibi komşu ülkelerde yaşayan 6 milyon civarındaki Filistinli göçmenleri Filistin’e geri getirip yerleştiremeyecekti. Antlaşma metni aynı zamanda Filistin’de yaşananların, her şeyden önce ve nihai olarak Kudüs’te düğümlendiğini, Kudüs’ün statüsü belirlenmeden Filistin’de kalıcı bir çözümüm imkânsız olduğunu ortaya koyuyor.
Yüzyılın Antlaşması ile Şer İttifakı’nın aldığı mesafe, Aksa Tufanı harekâtıyla tarumar edilmiş; Arap ülkeleri İsrail’le yaptıkları antlaşmaları askıya almak zorunda kalmışlardır. Bu bakımdan Aksa Tufanı, unutturulmak istenen bir davanın dünyanın gündemine sokulması, çifte standart kullanan zalimlerin teşhiri harekâtıdır. Gazze'deki durum ne şekilde gelişirse gelişsin, Filistinliler yok olmayacak ve kurtuluş mücadelelerine devam edecekler.
Kolonyal şiddetin bedenler arasında hiyerarşiler kurmadan, çocukları ailelerinden ayırmadan herkesi öldürmeye azmettiğini görüyoruz. Olup biten onca şeyden sonra “Gazze nedir?” diye düşündüğümüzde bu noktada merhum Aliya İzzetbegoviç’in Tarihe Tanıklığım eserindeki bir pasajı hatırlamak gerekecektir. Aliya’ya 1994’te Amerika’da bulunduğu esnada, Çağdaş Amerikan sanatçılarının bir sergisine gitmesini teklif ederler. Dediklerini yapar ve görür ki tüm sergi Saraybosna’ya ithaf edilmiş. Aliya “Neredeyse sergiye gitmemek gibi affedilmez bir hata yapmak üzereydim”, der ve ekler: “Fakat bunu düzenleyen insanlar, 50’den fazla sanatçı, bunu şehrimiz hakkında ne hissettiklerini bize göstermek ve kendilerine özgü bir biçimde bize yardım etmek için yapmışlardı. Bu itibarla Bosna bir ahlak meselesidir ve ahlaki meseleler daima evrenseldirler ve her kadın ve erkeği ilgilendirirler.”
Saraybosna yerine Gazze, Bosna yerine Filistin kelimelerini yazdığımızda yukarıdaki satırların anlamında herhangi bir kayıp yaşanmaz. İsrail ordusu Gazze’deki, Filistin’deki, Beyrut’taki katliamlarını ve işgalini sürdürüyor. Bu yüzden, bugün vicdan ve hafıza siyaseti, bilhassa terör devletinin Filistin’deki etnik temizliğini, çocuk düşmanlığını gözler önüne sermek için her alanda çok boyutlu çalışmalar yapmanın bir ahlaki mesele olduğunu kavramalıdır.
Gazze bir anlamda insanlık için bir “ahlak sınavı” hâline geldi. Hazır bu meseleye değinmişken bir defa daha şu hakikati dile getirmek lazım. Bilindiği üzere Türkiye’de ve dünyada birçokları bu sınavı veremediler. Mesela CHP’nin değişim vaadiyle gelen yeni genel başkanı Filistin direnişinin toplumsal taşıyıcısı hâline gelen HAMAS için “terör örgütü” diyor. İsrail’in öldürdüğü gazeteciler karşısında sus pus olan Siyonizm’in uşağı kalemşorlar her gün İslâm düşmanlığı yapıyorlar. Aslında yalanlardan beslenerek bir futbol müsabakası üzerinden “sokak Atatürkçülüğü” inşa etmeye çalışanlar da bunun bir parçasıydı. Batılı ülkelerde hakikatten uzaklaşan filozoflar ise açıkça kalpsizlik sergileyerek, İsrail’i desteklemeye devam ediyorlar. Namlı entelektüellerin Siyonizm’le iç içeliği sadece holokost anısının araçsallaştırılmasının getirdiği borçlulukla ilgili değildir. Modern paradigmanın inşasında kurulan Judeo-Hıristiyan ittifaka sadakatlerinin de payı vardır bu destekte… Öte yandan Filistinlilerin sesi, kültür-sanat sahasında da kesiliyor. İsrail’in Filistinlilere yönelik soykırımını protesto ederek kültür kurumlarını bu konuda tavır almaya çağıranlar susturuldu.
İşte bu şartlarda hatırla(t)mak gerçekten çok önemli… Doğrusu hepimiz 1948’in mahvedici olayları neticesinde evinden ve yurdundan ayrılmaya mecbur bırakılan Edward Said’in yazdıklarının güçlülerin kendi çıkarları uğruna dili nasıl manipüle ettiklerini, çarpıttıklarını, değiştirdiklerini ve bunu yaparken marjinalleştirilmiş kesimin kendi yoksullaştırılmış varoluş şartlarını dile getirmesine nasıl mâni olduklarını ortaya koymak konusunda hâlâ son derece önemli olduğunu bir defa daha anladık. Son aylarda birçok müze gösterisi, kitap ödülü töreni ve resim sergisi bu engellemeler kapsamında iptal edildi. Şüphesiz bunun en net göstergelerinden biri Ilan Pappé’nin yazdığı, sömürgeci soykırımla ilgili kitabının Fransızca çevirisinin tüm satış noktalarından geri çekilmesiydi. Yaşananlar, yıllar önce Roger Garaudy’nin İsrail’in mitlerine karşı çıkarken neler yaşadığını daha iyi anlamamızı sağladı.
Gelinen aşamada şu gerçeğin artık kabullenilmesi gerekiyor: Batılı güçler işgal altındaki bir halka hâlihazırda soykırım uygulayan bir haydut devlete her türlü desteği vermekten imtina etmiyor. Ancak bizi ümitlendiren husus, insanlığın daha iyi olan kısmının Gazze’nin ve Filistin’in yanında oluşu. Gazze’nin yıkımına ve Filistinlilerin kitlesel olarak yerinden edilmesine; çocukların, kadınların, yaşlıların öldürülmesine karşı çıkıyoruz. Bizler, bir insanı katledenin bütün insanlığı öldürdüğünü haykırmaya devam edeceğiz.
Rahmetli Cahit Zarifoğlu’nun deyimiyle “daralan vakitlerde” dayanışma bağlarımızı daha da güçlendirmeliyiz. Mitlere ve teröre tutunan barbarlığın insanlığa karşı giriştiği bu büyük katliama karşı çok boyutlu ve fasılasız bir mücadele yürütmeliyiz. Burada çok önemli bir konunun altını çizmemiz gerekiyor. Yapılacaklar bir mağduriyet değil, mesuliyet fikriyle şekillenmeli. Bu sebeple işin bir parçası da kendimizi eğitmek, umut etmek, bir şeyleri değiştirebileceğimizi ve bir şeyleri değiştirmek için bir görevimiz olduğunu düşünmek asli uğraşlarımızdan biri olmalıdır. Vakarlı insanlar olarak bunu daima aklımızda tutmalıyız.
Yeni sayımızda görüşmek temennisiyle.
Umran