Cendereden Çıkış Mümkün Mü? -Evetin/Hayırın Hayrı, İki Çatılı Koalisyon ve Siyasal Düzen-

 

EDİTÖR                                          Mayıs 2017, Sayı:273, Sayfa:1

16 Nisan Referandumu sadece Türkiye’nin bir iç politika meselesi değildi. Zira ülkenin dünya konjonktüründe kendine özgü bir yer alması bir siyasal sistem değişikliğini gerektirmekteydi. Söz konusu ettiğimiz fevkalade önemli olan bu otorite oluşturma işi de ancak siyasal mevzuatın değiştirilmesi ile mümkündü. Anayasa değişikliği bu çerçevede gerçekleşti. Küresel siyasetin dışarıda yoğun çabalarına, içeride süreci anlamakta zorlanan ve  kendince birtakım gerekçelerle karşı ç ıkan bir kesimin yanında, küresel iktidarın taşeronluğuna soyunmuş, kendine özgü bir diyeceği olmayan farklı geniş bir kitlenin hayır oylarına rağmen toplumun sağduyusu galip geldi. İlk ana hedefe ulaşılmış, anayasanın tekin olmayan ruhu kovulmuş, içerideki gizil iktidar/vesayet yapısı dağıtılmış oldu. Artık seçim kazanamamalarına rağmen kendilerini devletin sahibi olarak gören ve sahici siyaset yapmadan varlıklarını devam ettiren siyasi organizasyonlar döneminin sonuna gelinmiştir. Bu türden organizasyonlar seçilmiş iktidarlara “iktidar olursunuz ama muktedir olamazsınız!” yollu tehditler yapamayacaklardır; bu yetkileri, hadsizlikleri iptal edilmiştir halkın iradesiyle. Halkın vermediği iktidarı kullanma konforunu kaybetmişlerdir. 16 Nisan’da yapılan on sekiz maddelik anayasa değişikliğinin önemli sonuçlarından birinin, “kayıt dışı siyasetin” kayıt altına alınması olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Elbette makro ölçekte şu da var:  Dünya sistemi yenileniyor; şu an bir kararsızlık, buhran hatta cendere hali var. Dünya artık klan devletlere hazırlanıyor. İmparatorluklar parçalanıp ulus-devletlere ayrılmıştı, dünya sistemi neredeyse klan devletlere, bin devletli federasyonlara dahi geçmenin parçalanmışlık sancılarını çekiyor. Türkiye, en çok aşiret, klan, etnik yapıya sahip bölgelerin tam ortasında yer alıyor. Balkanlar ve Ortadoğu yüzlerce devletçik ve onları sinesine sarmaya hazırlanan federasyonlara hazırlanırken bizim bu cendereden sağ salim çıkabilmemiz gerekiyor. AK Parti ve MHP kitlesinin bir kesitini içine alamayan evet bloğuna karşılık; hayır bloku, içinde çok farklı düşünce ve kanaatte, hata örgütlerde yer alan kesimlerin oluşturduğu bir kalabalıktır. Hayırcılar bir amaçla bir araya gelmişlerdir ama bir ikinci kez kendilerine özgü öncelikli amaç bulamayabilirler, dolayısıyla bir araya gelemeyebilirler. Ayrıca Hayır kalabalığını temsil iddiasında olanlar, kendilerinin de hatalar yapabileceğini unutur ve Evet’e gölge düşürmeye, halkın iradesini hiçe saymaya yeltenirlerse kendilerini sekteye uğratacakları kesindir. Küresel güç odaklarının desteğiyle hareket eden seküler milliyetçi grupların MHP içerisinde Devlet Bahçeli karşısında ciddi sayılabilecek bir mevziye sahip oldukları görülüyor. MHP tabanının bu grupların etkisi altındaki kesiminin referandumda hayır oyu verdikleri açıktır. CHP ise görünüşte yumuşak fakat özünde oldukça sert bir hayır söylemi geliştirdi adeta hayır cephesinin lideri konumuna oturdu. Hem radikal mükemmeliyetçi hırslarını hem de Leninist öncü örgütlenmesinin tavizsizliğini bir kenara bırakmadan zahiren sönük bir karşı çıkış geliştirdi. Bunun neticesi ise kendilerinin siyasal topluluğa yeniden dâhil olmalarını beraberinde getirdi. “Uzlaşma zor bir zanaattır ama öğrenilmesi gerekir” denilmesi sebepsiz değildir. 16 Nisan referandumu sonuçları, ne %51,41’lik “Evet” cephesinin tabiri caizse şımarmasına, ne de %48,59’lık “Hayır” cephesinin özgüven eksikliği yaşamasına izin vermiyor. Sözgelimi HDP’nin seçimleri boykot etmek yerine sürece katılarak tercihini belli etmiş olması Türkiye siyasetinde gelecekteki varlık-yokluk durumu ve test edilmiş olması açısından son derece öneme haizdi. Referandum sonuçlarının Türkiye’yi ortadan ikiye ayırdığı için bölünmeyi mi yoksa ikili siyasal eğilime doğru gitmeyi mi tetikleyeceği, henüz gözlem altına alınmış bir konu değildir. Bu sistemin siyasal yapısının her halükârda “iki partili” bir siyasete veya “iki çatılı” bir koalisyona doğru zaten gideceği tahmininde bulunmak abartılı bulunmamalıdır. Elbette toplumsal ve siyasal hayat anayasa değişikliği sonrasında ahenkli bir ütopyaya kavuşmuş değil. Ne muhalefet büsbütün fazilet timsali ne de iktidardakiler onların sürekli telaffuz ettikleri kadar kötü. Aynı şeyi tersinden de düşünebiliriz. Muhalif olanların kusurları olduğu kadar muktedir olanların da erdemleri var. Aslında bu hem muhalefetin hem iktidarın doğru şartlarda birtakım radikal uzlaşmalar da bulunabileceğinin kanıtı.  Kayıt dışı siyaset yapan devlet iktidarı bloğu ve onun oluşturduğu tabanın tehditlerinin karşılıksız kalmadığı bir siyasal süreç yaşanıyor. Milletin bir özne olarak siyaset sahnesindeki hâkimiyeti artıyor. Bundan sonra anayasanın ruhu ve zinde kuvvetler söylemiyle siyaset yapmanın mümkün olmadığı bir sürecin başlangıcındayız. Milletten onay talep eden sahici, dürüst anlamda siyasetin yapılmasını zorunlu kılan bir sürece giriyoruz. Evet topluma önderlik ederek bu süreci başlatanlar da silkinmek ve bu sahici siyaset sürecinin icaplarına göre kendilerini revize etmek durumundadırlar. Bir zamanlar siyaseti, fikriyatı, ulema yönlendiriyordu artık gazetecilere hatta muhabirlere kadar indirgedik; bu bile bir seviye imiş, gidişat hakkında “troller” ve “trol dili” geçer akçe oldu. Düşüncenin pek çok sorunu var, bu cendereden nasıl çıkar, bunu zaman gösterecek. İktidarı hiç kaybetmeyeceği tekeli olarak gören, halkın menfaatlerini, ihtiyaçlarını göz ardı ederek hakkaniyet, sorumluluk ve emanet taşıyıcılık duygusunu kaybedip, gelişigüzel, günübirlik hareket eden, gecesini gündüzüne katmayan siyasetçi tipolojilerinden kurtulunması elzemdir! Hiçbir iktidar eleştirilmekten hoşlanmaz. Ancak iktidara menfaat bağıyla irtibatlanmayan insanların, toplumsal, siyasal, kültürel büyük toplumsal resmi gözden uzak tutmadan eleştirilerine, tavsiyelerine devam etmeleri gerekir. Türkiye’nin ve dünya insanlığının bu yeni süreçte, hakkı, adaleti, marufu, hayrı, eminliği, ehliliği, kardeşliği  emreden ve batılı, zulmü, münkeri, şerri, sadakatsizliği, liyakatsizliği, düşmanlığı nehy eden, insanlık için çıkarılmış en hayırlı olabilecek salih, muttaki insanlara ihtiyacı var! Başlayacak olan Ramazan ayının, İslâmi hayat tarzının alamet-i farikları olan tefekkür, emr-i bilma’ruf nehy-i anilmünker, tezkiye, iyilik, infak, kardeşlik, kanaat, itidal, tutumluluk, sabır, takvâ, hilm ve sevgi vs. değerlerimizin serpilmesine, Kur’ân’a sımsıkı sarılıp Resûl (s.a.v.)’in önderliğinde geleceğe hidayet aydınlığıyla yürümemize vesile olmasını Rabbimiz’den niyazımızla… Yeni sayımızda buluşmak temennisiyle. 


  • Sayı: 359
  • Sayı: 358
  • Sayı: 357
  • Sayı: 356
  • Sayı: 355
  • Sayı: 354
  • Sayı: 353
  • Sayı: 352
  • Sayı: 351
  • Sayı: 350
  • Sayı: 349
  • Sayı: 348