Umran Dergisi Mayıs 2024/357. Sayı Çıktı!

 

                                      YENİ DÖNEM YENİ DENKLEMLER                                             2028 Hesapları, Tarihsel Misyon ve Kültür Savaşı

İsrail’in büyük bir pervasızlık ve cüretle Gazze’ye yönelik olarak hayata geçirdiği soykırımcı barbarlığı iki yüz günü aşkın bir zamandır devam ediyor. Gazze’deki sağlık ekipleri artık katledilenlerin sayımını yapamadıkları yönünde bir açıklamada bulundu. Kimlikle tespit edilenlere göre vefat edenlerin sayısı otuz beş binin üstünde, ama enkaz altında bulunanlar ve kayıplarla bunun elli bini geçtiği tahmin ediliyor. Bunların en az yirmi bini çocuk, kalanların çoğu kadın ve yaşlılardan oluşuyor. Başka bir deyişle İsrail soykırım makinesi sürekli olarak çocuk, kadın, yaşlı ve sivil öldürüyor. Şurası açık ki dünya düzeninin sahipleri ve İsrail zulmünü örtmeye çalışan uluslararası medya organları hakikatin gücü karşısında aciz kalmaktadır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki Filistin devleti oylaması İsrail'e koşulsuz şartsız destek veren ABD’nin kararı ile veto edilirken küresel medya organları, Filistin’deki İsrail zulmünü en başta kendi ülkelerindeki insanlara dahi anlatamıyorlar.

ABD ve Avrupa’nın liberal beyaz entelektüel sınıfı antisemitizm bahanesine sığınarak, İsrail’in yaptığı her şeyi meşrulaştırma çabasına girip, Filistin halkının adalet ve özgürlük çağrılarını inkâr ediyor. ABD’de ve birçok Avrupa ülkesinde sesini çıkaran gazeteciler üzerine de gaddarca bir baskı ve yasak stratejisi uygulanması, çoğunun işinden olması bununla bağlantılı. Üniversitelerdeki Filistin yanlısı öğrencilerin boykot ve gösterilerini, Filistin halkına düşman olan ikiyüzlü baskı kültürüne karşı bir haysiyet isyanı olarak görmek gerekir. Bilhassa ABD’deki gelişmeler, bu ülkedeki üniversitelerin yarım asra yakın bir zamandır gerçekleştirmeye çalıştığı kölelik, sömürgecilik ve ırkçılık mirasını aşıp, geçmişin suçları ve günahlarıyla hesaplaşma ve sosyal bilimleri Avrupa merkezli mirasından arındırma çabasıyla temelden çelişiyor. Şüphe yok ki Batılı üniversitelerde şahit olduğumuz olaylar, insanın fıtratının sistematik yalan ve dezenformasyon gibi kötücül faaliyetlere karşı haklı bir itirazıdır. Merhametli ve vicdanlı insanların isyanı, İsrail’e olduğu kadar medyada İsrail’i kayıran bozuk düzene karşı da bir eylemdir.

Hâlihazırda 136 civarında ülke Filistin'i tanımakta fakat ağırlıklı olarak Avrupa ülkeleri ve Amerika tanımadığı için özellikle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Filistin’in statüsü tescil edilmemekte.  Bu yaygın tanımanın daha büyük uluslararası meşruiyete ve kabule dönüşmesi amacıyla başta ABD olmak üzere Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne daha büyük bir baskı uygulanması için sistemli ve yoğun bir çaba gerekiyor. Türkiye bir yandan Gazze’deki insanlık trajedisi karşısında yapması gereken fakat bir kısmı geciken adımları atarken bir yandan da diplomatik olarak neler yapabileceğinin arayışında. İslâm İşbirliği Teşkilatı, Arap Birliği Temas Grubu olarak Gazze’ye yönelik saldırılara ilişkin uluslararası farkındalığı arttırmak için yapılan çalışmaların önemli bir aktörü olması da bununla bağlantılı. Türkiye’nin Güney Afrika’nın İsrail’e karşı Uluslararası Adalet Divanı’nda açtığı davaya müdahil olmaya karar vermesi başlı başına önemli.

Türkiye’nin iç dinamiklerine bakıldığındaysa ekonomik krizi aşmaya yönelik uygulamalardan terörle mücadeleye, 2028 seçimleriyle de bağlantılı yerel seçim neticelerinin değerlendirilmesinden yeni anayasa tartışmalarına kadar yoğun bir gündem var.  Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik problemleri aşamamasının nedeni, sadece iktisadi tercih ve yönelimlerde rasyonel zemine dönülememesi değil. Öyle olsaydı serbest piyasa enstrümanlarının neredeyse tamamının hayli seri şekilde uygulamaya geçirildiği şu zamanlarda kısmi de olsa bir rahatlama hissedilebilirdi. Hükûmetin seçim kaybetmek pahasına popülist uygulamaları terk etmek durumunda kaldığı bir ortamda piyasa tanrısının zinde aktörleri kâr hırslarını dizginlememiştir. Bu durum, 2021 yılından sonra şirket kârlarındaki anormal artışları kanıtlayan akademik çalışmalardan görülebilir.

Çok partili hayata geçiş sonrasında Türk siyasi hayatı, İdris Küçükömer’in Düzenin Yabancılaşması kitabında da görebileceğimiz üzere bir tarafta İkinci Mahmut-Mustafa Kemal çizgisinde görece daha radikal ve solu da içeren; diğer tarafta ise İkinci Abdülhamit çizgisini sürdürmeye çalışan ve adına sağı da içeren muhafazakârlık denilen siyaseti tecrübe ediyor. Türkiye’nin İslâm’la mümkün varlığı, bu ülkede dini görmezden gelen ya da ona doğrudan cephe alan veya onu tahfif eden hiçbir anlayışın etkili olamayacağını sağladı. Bu nedenledir ki 1950’den bugüne genellikle muhafazakâr siyasal çizgi Türkiye’yi yönetmiştir.

Uzun zamandır çatışan iç dinamikler sebebiyle toplumun geniş kesitlerini birleştirebilecek bir hegemonik proje geliştiremeyen CHP’nin çağın ruhunu belli düzeyde kavraması neticesinde mahalli seçimlerde elde ettiği başarı bu açıdan da ele alınmaya uygun. Şu var ki CHP merkez-çevre modelini tekrar işleterek, iktidar yorgunluğunun kendini muhalefete atmasını fırsat bilerek küresel kültür ve Türkiye’deki distribütörleri aracılığıyla Kemalist değerleri vazgeçilmez kılmayı başardığı gibi şimdilerde siyasal alanda ‘anahtar’ pozisyonunu da oynamaya hazırlanıyor. İktidarın, vatandaşın CHP’yi meşrulaştırmasına cevabı da aynı düzeyde oluyor; ikili bir stratejiyi hayata geçiren CHP ile köprüler yeniden kuruluyor. Muhtemelen yeni anayasa ekseninde başlayıp devam edecek bir yakınlaşma gerçekleşecek. Basit siyasi bir manevra gibi gözükse de sonuçları itibarıyla yıkıcı bir sürece girdiğimiz söylenebilir. Ülküler, idealler ve gelecek hayalleri gözden geçirilmezse yaşanacaklar Kemalizm’in tahkimi ile neticelenebilir.

Son yıllarda vatan, bayrak, vatansızlık, bayraksızlık üzerinden nobran bir dilin piyasada pil takılmış ölülere bile sirayet edecek kadar yaygınlık kazandığını görüyoruz. Hoşa gitmeyen her yorumu ihanet kategorisine sokmanın ve sahiplerine hain yaftası yapıştırmanın, gerçeğe ulaşmada en ciddi bir tehlike olduğunun görülmesi gerekmektedir. Cumhur İttifakı uzun zaman hakaret ve gerilim muhtevalı bir kampanya yürüttü. Dergimizin 2010’lu yıllardaki sayılarında da ısrarla dikkat çektiğimiz üzere bunun öncesi de var aslında. Bu durum bir taraftan AK Parti’yi (sonrasında Cumhur İttifakı’nı) başarılı kılarken diğer taraftan da gayrimemnun sayısının gittikçe düzenli bir şekilde artmasına yol açmıştır. Bu olgu, Cumhur İttifakı tarafından zamanında görülemediği için CHP gayrimemnun ittifakın çatı partisine dönüşmüştür. Hâliyle ilk defa Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın telaffuz ettiği Türkiye İttifakı söylemi muhalefetin eline geçmiştir.

Tarihsel misyonunu temsil için ortaya çıkan AK Parti’de bazı ciddi savrulmaların yaşandığı görülmektedir. Yaygın bir değerlendirmeye göre teşkilat, büyük çapta söz konusu görevi temsil değil, görevi anlayamayacak kişilerin toplanma yeri hâline gelmiştir. Bu durum iktidarı birilerinin nemalanma yeri hâline getirmektedir. Krizlere karşı uyanık olan AK Parti devlet adına, halk adlı ayrıcalıklı kesimin partisine karşılık milletin partisi olabilmenin plan ve projesini hazırlamalı hem teşkilatı gözden geçirmeli hem de kültür savaşının hız kazandığı bir vasatta ideolojisini isabetli bir tespitle varoluş kodları olarak belirlediği ilkeler doğrultusunda güncellemelidir. Şu hâlde toplum, ruh arıyor, sırf hizmet değil, tarihsel misyonunu temsil edecek parti istiyor. Onun için AK Parti’nin, teşkilat yenilenmesinin yanında başlangıçtaki kültür kodlarına dönmesini bekliyor.

Bu ülkenin beraberliğini isteyenler, bu ülke insanlarının farklı kimliklerinin bulunduğunu asla unutmamalıdırlar. Coğrafyamızı paramparça etmek isteyen çeşitli projelerin savaştığını göz önüne alarak düşünmeli ve ona göre bir dil ve söylem geliştirmeliyiz. Şu sorular son derece hayatidir: Nasıl yaşamak istiyoruz? Hangi değerleri benimseyerek, hangi prensiplerle yaşayacağız? Kavgamız, kültür savaşına da anlam kazandıran asıl bu soruların kavgası.  Dolayısıyla misaka bağlı emanet paradigmasıyla incelik, denge, duyarlılık, bilgelik, irfan, ahlak ve görgüyü içeren en güzel tarz bir mücadeleyi tüm beşeri ilişkilere yansıtmalıyız. Seçim kazanmak için kullanılan dil, tebliğ mantığına aykırı olmamalıdır. En güzel tarz mücadele, söylenmesi gerekeni, yapılması gerekeni en hikmetli ve en basiretli bir şekilde, muhatabın kalbini etkileyebilecek ve etkilenip öğüt alabilecek bir üslupta, bir tarzda ifade etmek veya yapmaktır. İyilikle, dürüstlükle, cömertlikle, içtenklikle, sadelikle muhatabın kalbinde, vicdanında titreme meydana getirebilmektir, düşünmesini sağlayabilmektir. Ruhun diplerine, derinlerine işleyen süregiden karmaşayı gidermenin, çıkmaz ve açmazlardan kurtulmanın, görünmeyen düğümleri çözmenin yolu buradan geçmektedir.

Yeni sayımızda buluşmak temennisiyle.

Umran

 

 


  • Sayı: 364
  • Sayı: 363
  • Sayı: 362
  • Sayı: 361
  • Sayı: 360
  • Sayı: 359
  • Sayı: 358
  • Sayı: 357
  • Sayı: 356
  • Sayı: 355
  • Sayı: 354
  • Sayı: 353