EDİTÖR Ağustos 2005, Sayı:132, Sayfa:1
Sovyetler Birliği’nin çöküşünün kesinleştiği 1990 yılı, yakın tarihin belirleyici kırılma ânlarından biri, belki de en önemlisi idi; bu tarih aynı zamanda ABD/Batı-İslâm ilişkilerinde de çok önemli bir dönemecin başlangıcı oldu. Batı sömürgeciliğinin mümessilleri ‘Düvel-i Muazzama’ ile, İslâm medeniyetininmümessili -ümmetin siyasi, dini, askeri liderliğini deruhteetmesi hasebiyle- Osmanlı Devleti arasında yüzyıllarca süren Haç-Hilâl kavgası, yaklaşık 70 yıllık bir inkıtaın ardından, Batılıların öteki/diişman ihtiyacını karşılamak üzere yeniden vizyona konuyordu. Her ikisi de Batı ürünü olan Komünizm ile Kapitalizm arasındaki ‘aile içi’ çatışma Soğuk Savaş sürecine vücut vermiş, ‘Hür Dünya' rolünü oynayan ABD liderliğindeki Batı bloku, Sovyet Rusya liderliğindeki Doğu blokunu bir ‘umacı’ olarak kullanmak sûretiyle dünyanın kalan bölümünü ‘kanatları altınaalarak’ 90’lara kadar sömürmüştü. Bu tarihte Soğuk Savaş dönemi ideolojilerinin çifte iflasının kesinleşmesi ile, son on yıllarda emin adımlarla yükselen İslâmî uyanış hareketleri tarihin akışını değiştirecek söylem-eylem biçimleri ile yegane alternatif haline geldiler. 2.Dünya Savaşı sonrası müslüman dünyada sömürgecilere karşı hızla gelişen bağımsızlık hareketlerine eşlik eden İslâmî oluşumlar (İhvan, Cemaat-i İslam vb.), fikrî birikimleri ve aktiviteleri ile günümüze kadar devam eden kalıcı tesirler bırakmışlardı. ‘60’lı-‘70’li yıllarda İslâm dünyasını elerinden etkileyen bu “öze dönüş” hareketleri, 1979 İran Devrimi ile devlet aygıtını devralabilecek donanıma sahip olduklarını da ispatlamışlardı. Elbette İslâm, hayatın bütün alanlarını kuşatan fıkıh/hukuk sistemi, inanç ve ibadet esasları ile farklı ve bütüncül bir yaşam modeli sunuyordu insanlığa. Bu potansiyel imkân, sadece müslüman coğrafyayı yeniden ayağa kaldırmakla yetinmeyip ciddi anlamda ontolojik güven bunalımı yaşayan dünyayı da derinden dönüştürebilecek bir dinamizmi işaret ediyordu. İşte küresel emperyalizmin “İslâm korkusu”nun temelinde yatan hakikat bu idi. Son yıllarda meydana gelen küresel ve yerel ölçekli hadiselerin birçoğunu izahta en önemli nirengi noktası bu gelişmedir. 90’lardan itibaren İslâm=terör denklemi ile alt yapısı örülen ve 11 Eylül 2001 provokatif/mürettep hadisesi ile start verilen küresel anti-İslâmizm süreci de aynı korkunun ürünüdür ve İslâm’ın tarih sahnesine dönüşünü engellemeye, hiç olmazsa tehir etmeye yönelik şeytani bir stratejidir. Umran, Ağustos sayısında işte bu korkuyu, bu korkunun neden olduğu süreci ve bu mâhût sürece taze kan pompalama işlevi gören Temmuz ayındaki Londra patlamalarını kapak konusu yaptı. Konuyu tartıştığımız açıkoturum'a gazeteci-yazar İbrahim Karagül, uluslararası ilişkiler uzmanı Alptekin Dursunoğlu ve Tevfik Emin ile Doctors Worldwide koordinatörü Kani Torun katıldılar. Ayrıca, gazeteci Turan Kışlakçı ile, T.Emin, Asım Öz ve Cemil Arslan da yazılarında konuyu farklı açılardan irdelediler. Umran’ın bu sayısında, şehadet yıldönümü vesilesiyle üstad Seyyid Kutub hakkında bir bölüm oluşturduk. Kıymetli hocamız İbrahim Sarmış’ın derinlikli yazısı da, İslâm’ı asrın idrakine sunmada Seyyid Kutub’un fikirlerinin, hâlâ güncelliğini koruduğunu ispatlıyor.Umran/ek ise, yeni bir dönemece giren AB hakkındaki kapsamlı bir analize ayrıldı. Umran’dan selam, sevgi ve dualar...