Eğitimde Kalbi Yenilenme Ne Zaman? -Seküler Pedogoji, Fıtrat ve Öğretim Programları-

 

Referandum sürecinin gölgesinde kalmış olsa da Türkiye’de eğitim alanında yapılan düzenlemeler, öğretim programlarının yenilenip güncellenmesi bağlamında tekrar gündeme geldi. Milli Eğitim Bakanlığı’nın Ocak 2017’de askıya çıkardığı taslak program öğretmen, veli ve sivil toplum kuruluşları başta olmak üzere toplumun her kesiminin görüş, öneri ve eleştirilerine sunuldu. Taslak programların açıklanmasının ardından gerek kurumsal düzlemde gerekse bireysel olarak birtakım kanaatler dile getirildi. Ne var ki bunun üzerinden çok ciddi tartışmalar yapılamadı. Evrim teorisi ve Atatürkçülük konularıyla ilgili ya da İnkılap Tarihi derslerinin nasıl işleneceğiyle ilgili sistemin kadim tartışmaları d ışında yeni bir tartışma yaşanmadı sayılır. Seküler yönelimli kurumların yaptığı açıklamaların Atatürkçülük üzerinden ve milli-manevi değerlerle örülü bir taslak olarak hazırlanan taslak öğretim programlarını yerdikleri görüldü. 
 Oysa eğitim ile ilgilenen kurumlar mensubiyeti ne olursa olsun içerik hakkında daha derinlikli açıklamalar yapmalıydı.  Mesela seküler yönelimli bu kurumlar öğretim programlarında yer bulan din odaklı derslerin aynı zamanda örtük bir sekülerleştirme pedagojisi önerdiğini göz ardı etmemeliydi.  İmam Hatip okullarının “meslek” dersi taslak programlarında yer alan kazanım ifadeleri yoğun olarak ‘bilir’, ‘tanımlar’ ve ‘açıklar’ şeklinde yer alması üzerinde durulmalıdır. Zira bu durum programdan beklentilerin temel düzeyde bilgi sahibi olunmasının yeterli olduğu kanaatini oluşturmaktadır. Öğretim programlarındaki değişikliklere müspet bakan kurumlar ise meseleyi “müfredatın demokratikleştirilmesi”  çerçevesinde oldukça sınırlı bir zaviyeden ele almakla yetindiler.  Aslında bu kanaatler büyük ölçüde Türkiye’deki siyasal konumlanışların eğitim alanına da yansımasıdır. Ayrıca ‘öğretim programlarının değişiminde veliler nasıl bir katkı sunabilirdi?’ sorusuna cevap aradığımızda çok büyük beklentiler içerisinde olmanın insanı hayal kırıklığına uğratacağını görürüz.  Zira veliler taslağı değerlendirmek için öncelikle eski programda neler olduğunu bilmek durumunda ki bu her ders için de mümkün görünmüyor. Bununla beraber taslak programın da bütün derslerini değerlendirmeleri de uzmanlık gerektireceğinden veli katkısı kısmında boşluk ortaya çıkacaktır. Bu süreçte ifade edilenlere yakından bakıldığında, memleketin en önemli meselesi olarak görülmesine karşın, eğitime yön veren teorik ve pratik yaklaşımların beslendiği temel değerlerin referansının değişmediği görülmektedir. Sözgelimi yıllardır bu ülkede egemen olan felsefe gettosu ve mantalitesinin uzantısı olan öğretim programı taslağıyla medeniyet inşasını gerçekleştirecek bir kuşak yetiştirilemez. Aslında bu öteden beri Türkiye’de eğitimde reform ve öğretim programları çalışmalarının batı endeksli olmasıyla alakalıdır.  Keza bu noktadaki kararlılık elan varlığını korumaktadır. Onca tekrarlanmasına karşın kendi medeniyet telakkisi doğrultusunda bir eğitim ufkunun oluşturulamaması, memlekette eğitimi sahici olarak mesele edinen insan unsurumuzun kıtlığıyla alakalı olsa gerektir. Türkiye’de eğitim meselelerini bütünlüklü bir biçimde ele alan düşünce metinleri nice zamandır kaleme alınamamaktadır. Bunun yanında toplum; parayı, gücü, makamı kutsayan, ne olursa olsun güce ulaşmaya çalışan, kaba, saygısız, sevgisiz bir nesil istemiyor. Dinini, örfünü, adetlerini, gelenek ve göreneklerini, kültür ve medeniyetini zenginleştirerek yaşatacak bir nesil istiyor. Eğitim sistemi, toplumun bu ihtiyaçlarına cevap vermelidir; bu ihtiyaçları karşılamalıdır. Türkiye’de 2000’li yıllara kadar alternatif eğitim modelleri üzerine hemen hemen hiç düşünülmemiş, özel okulların müfredat ve yöntemlerinin devlet tarafından belirlenmesi ve denetlenmesi her zaman savunulmuştur. Türk eğitim sistemi resmi ve özgür eğitim modelleri arasındaki gerilimden çok Türkiye’ye özgü farklı gerilimler ve çelişkilerle maluldür. Kurum olarak okulların aşınması aynı zamanda modern eğitimin içine düştüğü ahlaki krizle yakından alakalıdır. Bu temel meseleye zihnimizdeki ve anlam dünyamızdaki çelişkiler de eklendiğinde kimliğimizdeki aşınma günden güne artmaktadır. Bu bakımdan eğitim, salt bir bilgilendirme olmadığına, bir kimlik, kişilik ve şahsiyet inşa işi olduğuna göre, tarih-toplum-gelecekle bağlantılı olarak ele alınmalıdır. Kişinin yeteneklerini ortaya çıkarıp geliştirerek ‘içindeki toplumun toplumsal değerleri ile, tarihi ile, kültürü ile barışık, gelecek nesillere kazanımlarını aktarma fedakârlığını, gayretini üstlenebilecek, diğer toplumlarla adalet duygusu içinde birlikte bir dünyayı paylaşma bilincine sahip bir insan nasıl inşa edilebilir?’, sorusu eğitimin temel meselesi olmalıdır. Yeni sayımızda buluşmak temennisiyle. 

 

EDİTÖR                                               Nisan 2017, Sayı:272, Sayfa:1

Referandum sürecinin gölgesinde kalmış olsa da Türkiye’de eğitim alanında yapılan düzenlemeler, öğretim programlarının yenilenip güncellenmesi bağlamında tekrar gündeme geldi. Milli Eğitim Bakanlığı’nın Ocak 2017’de askıya çıkardığı taslak program öğretmen, veli ve sivil toplum kuruluşları başta olmak üzere toplumun her kesiminin görüş, öneri ve eleştirilerine sunuldu. Taslak programların açıklanmasının ardından gerek kurumsal düzlemde gerekse bireysel olarak birtakım kanaatler dile getirildi. Ne var ki bunun üzerinden çok ciddi tartışmalar yapılamadı. Evrim teorisi ve Atatürkçülük konularıyla ilgili ya da İnkılap Tarihi derslerinin nasıl işleneceğiyle ilgili sistemin kadim tartışmaları d ışında yeni bir tartışma yaşanmadı sayılır. Seküler yönelimli kurumların yaptığı açıklamaların Atatürkçülük üzerinden ve milli-manevi değerlerle örülü bir taslak olarak hazırlanan taslak öğretim programlarını yerdikleri görüldü.  Oysa eğitim ile ilgilenen kurumlar mensubiyeti ne olursa olsun içerik hakkında daha derinlikli açıklamalar yapmalıydı.  Mesela seküler yönelimli bu kurumlar öğretim programlarında yer bulan din odaklı derslerin aynı zamanda örtük bir sekülerleştirme pedagojisi önerdiğini göz ardı etmemeliydi.  İmam Hatip okullarının “meslek” dersi taslak programlarında yer alan kazanım ifadeleri yoğun olarak ‘bilir’, ‘tanımlar’ ve ‘açıklar’ şeklinde yer alması üzerinde durulmalıdır. Zira bu durum programdan beklentilerin temel düzeyde bilgi sahibi olunmasının yeterli olduğu kanaatini oluşturmaktadır. Öğretim programlarındaki değişikliklere müspet bakan kurumlar ise meseleyi “müfredatın demokratikleştirilmesi”  çerçevesinde oldukça sınırlı bir zaviyeden ele almakla yetindiler.  Aslında bu kanaatler büyük ölçüde Türkiye’deki siyasal konumlanışların eğitim alanına da yansımasıdır. Ayrıca ‘öğretim programlarının değişiminde veliler nasıl bir katkı sunabilirdi?’ sorusuna cevap aradığımızda çok büyük beklentiler içerisinde olmanın insanı hayal kırıklığına uğratacağını görürüz.  Zira veliler taslağı değerlendirmek için öncelikle eski programda neler olduğunu bilmek durumunda ki bu her ders için de mümkün görünmüyor. Bununla beraber taslak programın da bütün derslerini değerlendirmeleri de uzmanlık gerektireceğinden veli katkısı kısmında boşluk ortaya çıkacaktır. Bu süreçte ifade edilenlere yakından bakıldığında, memleketin en önemli meselesi olarak görülmesine karşın, eğitime yön veren teorik ve pratik yaklaşımların beslendiği temel değerlerin referansının değişmediği görülmektedir. Sözgelimi yıllardır bu ülkede egemen olan felsefe gettosu ve mantalitesinin uzantısı olan öğretim programı taslağıyla medeniyet inşasını gerçekleştirecek bir kuşak yetiştirilemez. Aslında bu öteden beri Türkiye’de eğitimde reform ve öğretim programları çalışmalarının batı endeksli olmasıyla alakalıdır.  Keza bu noktadaki kararlılık elan varlığını korumaktadır. Onca tekrarlanmasına karşın kendi medeniyet telakkisi doğrultusunda bir eğitim ufkunun oluşturulamaması, memlekette eğitimi sahici olarak mesele edinen insan unsurumuzun kıtlığıyla alakalı olsa gerektir. Türkiye’de eğitim meselelerini bütünlüklü bir biçimde ele alan düşünce metinleri nice zamandır kaleme alınamamaktadır. Bunun yanında toplum; parayı, gücü, makamı kutsayan, ne olursa olsun güce ulaşmaya çalışan, kaba, saygısız, sevgisiz bir nesil istemiyor. Dinini, örfünü, adetlerini, gelenek ve göreneklerini, kültür ve medeniyetini zenginleştirerek yaşatacak bir nesil istiyor. Eğitim sistemi, toplumun bu ihtiyaçlarına cevap vermelidir; bu ihtiyaçları karşılamalıdır. Türkiye’de 2000’li yıllara kadar alternatif eğitim modelleri üzerine hemen hemen hiç düşünülmemiş, özel okulların müfredat ve yöntemlerinin devlet tarafından belirlenmesi ve denetlenmesi her zaman savunulmuştur. Türk eğitim sistemi resmi ve özgür eğitim modelleri arasındaki gerilimden çok Türkiye’ye özgü farklı gerilimler ve çelişkilerle maluldür. Kurum olarak okulların aşınması aynı zamanda modern eğitimin içine düştüğü ahlaki krizle yakından alakalıdır. Bu temel meseleye zihnimizdeki ve anlam dünyamızdaki çelişkiler de eklendiğinde kimliğimizdeki aşınma günden güne artmaktadır. Bu bakımdan eğitim, salt bir bilgilendirme olmadığına, bir kimlik, kişilik ve şahsiyet inşa işi olduğuna göre, tarih-toplum-gelecekle bağlantılı olarak ele alınmalıdır. Kişinin yeteneklerini ortaya çıkarıp geliştirerek ‘içindeki toplumun toplumsal değerleri ile, tarihi ile, kültürü ile barışık, gelecek nesillere kazanımlarını aktarma fedakârlığını, gayretini üstlenebilecek, diğer toplumlarla adalet duygusu içinde birlikte bir dünyayı paylaşma bilincine sahip bir insan nasıl inşa edilebilir?’, sorusu eğitimin temel meselesi olmalıdır. Yeni sayımızda buluşmak temennisiyle. 


  • Sayı: 364
  • Sayı: 363
  • Sayı: 362
  • Sayı: 361
  • Sayı: 360
  • Sayı: 359
  • Sayı: 358
  • Sayı: 357
  • Sayı: 356
  • Sayı: 355
  • Sayı: 354
  • Sayı: 353