MÜSLÜMANLAR ŞİMDİ NE YAPMALI?
İslâm’ın Çağa Söylediği, Entelektüel Krizler ve Yeniden İnşa Süreci
Beklenmedik, kaygı verici olayların küresel ölçekte yaşandığı bir dünyada siyasi, ekonomik toplumsal ve ekolojik meselelerden kaynaklanan genel ve devasa bir kriz içindeyiz. Üstüne üstlük cari siyasi tartışmalar ve devletlerarası güç ve nüfuz savaşları da öne çıkmış vaziyette. Türkiye’ye karşı on ülke büyükelçisi tarafından yapılan hadsiz açıklamayı bu bağlamın dışında düşünmek imkânsızdır. Gelişmeleri sadece liberal amentünün rehberlik ettiği kavramlar veya “milliyetçi hamaset” çerçevesinde düşünmeyi bırakmak ve dünyada olup bitenleri kavramaya çalışmak daha yararlı olacaktır. Ayrıca spekülasyonları önlemek için devlet ile hukuku karşı karşıya getirmek yerine daha adil bir dünyanın mümkün olduğunu Türkiye’de somutlaştıran bir anlayışla hareket edilmelidir.
Düşüncenin, eylemin, toplumun kısaca insani olan her şeyin yeniden kurulması çerçevesinde bir paradigma arayışı çeşitli mahfillerce telaffuz ediliyor. Okullarda verilen eğitimden Paris İklim Antlaşması’na kadar uzanan çeşitli alanlara yansıyor arayışlar. Yolumuzu değiştirmemiz gerektiğini belirten filozoflardan bir kısmı karşı karşıya olduğumuz salgının gezegene yayılmış Batılı paradigmanın, Avrupa'da doğmuş modernitenin daha genel ve derin krizinin bir semptomu olduğunu ileri sürüyor ve bu megakriz vesilesiyle topyekûn bir dönüşümün imkânları üzerine kafa yoruyorlar. Aslında teklifleri kanser hekimlerinin stratejisini akla getiriyor. İster cerrah olsunlar isterse radyoterapi uzmanı, bu hekimler, kanserli dokuya bitişik sağlıklı dokulara zarar vermemek için neşteri sadece ve sadece tümöre vurup tamamen temizlemeye ve ışını da sadece hastalıklı dokuya vermeye son derece dikkat eder.
Doğrusunu söylemek gerekirse bu, her paradigma değişikliği gibi uzun zaman alacaktır. Bu süreçte Müslümanlar olarak hayatımızı, düşünme şeklimizi, dünya ile münasebetimizi, bilhassa koronanın hepimizi evlere kapattığı günlerde yeniden düşünme imkânı bulduk. Hiç şüphesiz dönüşüm denildiğinde ilk akla gelen hususlardan biri kavramlar. Nitekim çağdaş İslâm düşüncesi diye bildiğimiz literatürün önemli bir kısmının kavramlara hasredilmiş olması sebepsiz değil. Ne var ki İslâmî kavramları kullanmak her zaman özgünlük anlamına gelmiyor. Onların mahiyeti çok belirgin kılınmazsa, bugüne ve bugünün insanına dokunan tarafları yakalanamazsa söz konusu kavramlar tüketiliyor ve kaçınılmaz olarak yozlaşma da beraberinde geliyor. O yüzden her şeyden önce İslâmî kavramların bugünkü anlamlarını ve içeriklerini bulmak ve bugünün insanına dokunan yanlarını ve manalarını keşfetmek önemli bir siyasi ve toplumsal görevdir. Mesela şûra mantığındaki özü yeniden kavramalı ve onu fonksiyonel/bağlayıcı bir şekilde yeniden yapılandırıp birlikte yaşama konusunda yönetim felsefesinin temel taşlarından biri hâline getirmek gerekiyor. Aksi takdirde ufku kişisel çıkara indirgenen benmerkezci zayıflıklar beraberinde mesuliyet duygusunun zayıflamasını getirecektir.
Unutmamak lazım ki çok büyük bir hareketlilik ve artan bir karmaşıklık içinde, zorlu dengeler kurma arayışındaki bir dünyada mukallitliği bırakıp yenilik unsuru durumuna geçemezseniz faal bir aktör olamazsınız. Kabul edelim ki İslâm dünyası tarihteki birçok başarılarına rağmen bugün içler acısı durumdaysa bunu bize hazırlayan bir gerçek var. Mevcut durumun tahlilini ve eleştirisini adaletle, hakkaniyetle yapamazsak meseleyi anlama imkânına sahip olamayız. Kur’ân-ı Kerim’in Müslümanların müfredatı olmaktan çıkarılmasının, düşüşü hazırlayan birinci sebep olduğu çok açık. İkinci sebep ise, dinî ilimler ve dünyevî ilimler ayrışmasıdır. Bir de bunlarla beraber gündeme gelen mezhepçilik, aşiretçilik, bölgecilik ve fakru zaruretin beslediği sınıfsal nefret söz konusu. Hz. Peygamber (s.) ebedî âleme irtihal ettikten sonra o bildiğimiz siyasi çekişmeler başlamış ve derindeki devlet yapısı su yüzüne çıkmış, İslâm adına İslâm dışı uygulamalar hayata geçirilmiştir. Bu durum toplumsal huzuru bozmuş, devletlerin yıkılma sürecini hızlandırmıştır. Tüm siyasi yapılar gibi İslâmcılık tecrübeleri de ister istemez devlet geleneği içinde eriyerek devletin bilinen klişe yapısına dönmek zorunda kalmışlardır. Elbette bunun böyle olması Müslümanları düşünmekten, mücadele etmekten ve çözüm üretmekten alıkoymayacaktır. Gelinen noktada meselelerimizi anlamak ve bizi mahveden problemlerden kaçınmak için marazlarımızı otopsi masasına yatırmalıyız. Zira yaşadığımız dünyaya bir esenlik ve ferahlık gelecekse, bu ancak İslâmî ilkeler doğrultusunda oluşturulacak yapılarca gerçekleşecektir.
Geleneğin, yanan ateşin külleri değil bizatihi ateşin kendisi olduğu gerçeğini unutmamalıyız. Medeniyetimizin mustarip olduğu hastalıkları basite indirgeyen bir düşünme biçimiyle anlayamaz ve geliştiremeyiz. Ahlaki, siyasi ve iktisadi boyutlarıyla dünya görüşü edinmek, hadiselere vahyin ışığında bakabilmek için İlahi Kelam en önemli müfredattır. Bugün buna her zamankinden daha fazla ihtiyaç var. Zira mevcut sefaletimizin en önemli sebebi bize hayat veren kaynaktan uzaklaşmamızdır. Öte yandan şunu biliyoruz: Peygamberler, özellikle de ulu’l-azm olanlarından bazıları, yaşadıkları dönemde ümmet diye adlandırılabilecek siyasi/sosyal entiteyi gerçekleştirmişlerdir. Fakat onların irtihalinden bir süre sonra “bozulma” dediğimiz olgu gerçekleşmiş ve ümmet dağılmıştır. Ümmet varken dahi yaşanan sorunları ise “beşeriyet” kavramıyla izah etmek mümkündür. Müslüman zihin inşası ile birlikte atılacak ilk adım, özgün bir fikriyatın temellerini ortaya koymak ve bu çerçevede özgün bir duruşun geliştirilmesi için harekete geçmektir. Müslümanca bir fikriyatın ve duruşun özü, hayatı ve kâinatı İslâm üzerinden tasavvur etmek, tasarlamak ve tanzim etmektir. İslâm nasıl kendine has, özgün bir fikriyata sahipse Müslüman da kendine has, özgün bir duruşa sahip olmalıdır.
Bu yüzden biz Müslümanlar kendi aramızdaki ihtilaflı konuları bir kenara bırakarak, tefrikanın önüne geçmeliyiz. Dayanışma ve mesuliyet temelli bir ahlak anlayışını medeniyetimizin yeniden canlanması için seferber etmeliyiz. Biribirini tamamlayan ilimlerin ayrışmasını ortadan kaldırarak, ahireti kazanma alanı olan bu dünyaya dair afâki ve enfüsi ayetleri gereği gibi okumalı ve dünyada fikrî/fiilî üstünlüğü sağlamalıyız. Çünkü Batı, insanlığa verebileceğini verdi. Bunun büyük çoğunluğu da “zulüm”dü. İslâm ise, tarihte ne yapabileceğini zaten göstermiştir. Müslümanlar, tabiri caizse, tarihte insanlığın “yüz akıdırlar.” Eğer iktidarları küresel olursa, yeryüzü bugüne kadar tarihin görmediği bir adalet/nimet devletine de kavuşur. Değerlerimizi bir insanlık politikasına dönüştürmek için başka da çaremiz yoktur! Hem zaten tehlikelere ve tehditlere karşı bizi basiretli kılan fakat aynı zamanda safımızı belirgin kılan da bu değil midir? Tarihte yaptıklarımız, yapacaklarımızın teminatıdır.
Daha önce belirttiğimiz gibi yarının dünyasının bugünkü gibi olmayacağı kesin kanaatini çoğu insan paylaşıyor. Sosyal hayatta, siyasette ve başka alanlardaki krizler devam ederken yolumuzu hayat kitabımız Kur’ân doğrultusunda değiştirmenin vaktidir. Evet, öngöremediğimiz geleceğin şekillenmekte olduğu bugün de her zamanki gibi zilletten kurtuluşun yegâne yolu budur.
Günümüzde sorumluluktan kaçmak, insanların atomlar gibi hareket etmesini başka bir ifadeyle benmerkezciliği teşvik eder, bu ise ahlaki anlayışın çöküşüne yol açar, sorumsuzluğun ve ahlaksızlığın yaygınlık kazanmasına sebep olur. Henüz vakit varken çıkış yolu arayan herkes öncelikle kendi işini gücünü takva bilinciyle en iyi yapacaktır. Müslüman ümmetin, kadroların, dinini ciddiye alanların en önemli vazifesi, vahyin ilkelerine uygun bir hayat tarzını kurma gayesini, bir sistem/yönetim biçimini, Müslümanlara yeniden umut, enerji ve heyecan verecek şekilde öne çıkarmaktır.
Yeni sayımızda buluşmak temennisiyle…
Umran