EDİTÖR 2006 Mart, Sayı:139, Sayfa:1
Halil Cibran, Fırtınalar’ında “Biz size saraylar inşa ederiz, siz bize mezarlar kazarsınız” diye seslendiği Batılı sömürgecilere şu gerçeği haykırmıştı yıllar önce: "Başlangıçtan beri siz bizim uysal gücümüzle, sert zayıflığınız eşliğinde güreşirsiniz... "Bugün Müslümanlar, Batı’nın tam da -Cibran’ın sözünü ettiği- “sert zayıflığını” ele veren “bâtıl öfke”sinin muhatabı durumundalar. İslâm’ın ve Müslümanların kendinden emin “uysal gücü” ile karikatür çirkefliğine başvurarak güreşen Batı dünyası, yaşamakta olduğu kimlik krizini ve güven bunalımını da İslâm-ötekisi üzerinden aşmayı deniyor. Evet, bugün kimi Batılı oryantalistlerin dillendirdiği türden bir “Müslüman öfke” ile değil, tam tersine bir “Batılı öfke” vakıası ile karşı karşıya bulunuyoruz. Hatırlarsak; 11 Eylülle birlikte koro halinde “İslâmî terör”den söz eden küresel güçlere lojistik servis sunan oryantalistler, sosyologlar, yazarlar, Müslüman dünyanın terör ürettiği ön-kabulünden hareketle bunun sebeplerini, kökenlerini araştırmaya koyulmuşlardı. Bunlardan biri de, yıllardır “Müslüman Öfkenin Kökenleri” üzerine makaleler yazan, konferanslar veren İslâm düşmanı Bernard Lewis idi. Lewis, İtalyan Corriere della Sera gazetesinin 11 Eylül’ün yıldönümünde yayınladığı söyleşisinde; İslâm dünyasındaki hıncın, Batı emperyalizmi ve sömürgecilikten değil II. Viyana Kuşatması’ndan kaynaklandığını söylemişti. Ona göre, “yenilgiyi kabullenmeyen İslâm” o gün bugündür, 1683 yenilgisinin rövanşını alma arzusuyla yanıp tutuşmaktaydı. (Nilgün Cerrahoğlu, “Venedik’te Din Skandalı", Cumhuriyet, 02.09.2002.) Oysa bugün, yeni bir Viyana Kuşatması korkusu yaşayan, bizzat Avrupa’dır. Batıl/ı ağızlar, demografik ve kültürel anlamda bir İslâmî kuşatmadan söz ederek Müslümanlarave İslâm’a öfke kusmaktadırlar. Kelimenin tam anlamıyla; “Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır; sinelerinde gizledikleri ise daha büyüktür.” (3/118) Ülkelerinde yaşayan bir avuç Müslümanı asimile edemeyen müstağni Avrupa, Islâmfobik duygularla köpürdükçe köpürmektedir. Hakikat şu ki, küresel Batıl/ı hayat tarzının diş geçiremediği tek din İslâm, tek coğrafya İslâm dünyası, tek topluluk Müslümanlardır. İşte İslâm’a karşı Batılı öfke buradan kaynaklanmakta, Batı’nın İslâm’a tahammülsüzlüğünün temelinde bu yatmaktadır. Umran’ın kapak dosyasındaki yazılarda ve özellikle Ghali Hassan’dan yaptığımız çeviride yer alan bazı anekdotlar bu öfkenin kaynağını anlamamıza yardımcı olmaktadır: Danimarka Kraliçesi II. Margrethe’in “küresel ve yerel düzeyde İslam’ın meydan okumasına” karşı Batıkları harekete geçmeye çağırması... Türkiye’nin AB’ye girişinin “Hıristiyan Avrupa’nın Islâmlaştınlması anlamına geldiğini” savunan İtalyan Bakan Calderoli’nin Papa Ratzinger’i “yeni Haçlı Seferi”ne daveti... AB Komisyonu eski başkanı Bolkestein’in: “Amsterdam’da doğan çocuklara verilen isimler arasında ilk sırada Muhammed adı bulunmaktadır. Bu, Avrupa’nın gelecekteki halini ortaya koymaktadır.” ifadesi... Bunlara bir de; B.Lewis’in geçen yıl ortaya attığı, “Yüzyıl içinde Avrupa İslâmlaşacak” şeklindeki kışkırtıcı tesbiti ile, ünlü İtlayan gazeteci OrianaFallaci’nin -Müslümanları kastederek- “Allah’ın çocukları fareler gibi ürüyor” ifadesini eklersek, öfkenin kökenlerine inmekte güçlük çekmeyiz, herhalde... Özetle; azız Peygamberimizi(s.) karalamaya yönelik iğrenç karikatürler üzerinden İslâm’a öfkelerini kusan Batı’nın sert zayıflığı ile karşı karşıya bulunan Müslümanlar, Peygamberlerine bağlılıkları, sevgileri ve hassasiyetleri kadar, sağduyuları, vakarları ve basiretleri ile de sınandılar ve sınanmaya da devam edecekler. Müslümanlar bir yandan kararlı ve vakur tepkiler ortaya koyarken bir yandan da “model insan” Hz.Peygamber’i daha iyi anlamaya, anlatmaya ve onun güzel örnekliğini hayata taşımaya gayret ederek bu tuzakları boşa çıkarmalıdırlar. Öte yandan, -gündem bölümümüzde ele aldığımız üzre- Batı’da yükselen bu öfkeye paralel olarak yerli işbirlikçilerinin İslâm karşıtlıkları da kronik başörtü-fobisi üzerinden yeniden nüksetmiş bulunuyor. Maalesef, küresel ölçekte İslam’ı durdurmaya yönelik projeler, her zaman yerel planda birtakım destekçiler bulabiliyor. Yaklaşık 200 yıldır, Batı/l adına milletini hizaya getirmeye çabalayan yaban/cı zihniyetde, işte böylece “sert zayıflığını” ele veriyor. “Ve sonunda galip gelecek olan mutlaka Bizim ordumuzdur.’’ (37/173)