TARİH MÜŞTEREK HAFIZADIR Siyasi Mantıklar, Bugünün ve Yarının Tarihi

 

     Editör                                        Şubat 2023, Sayı: 342, Sayfa: 1

Tarihe bir düşünce meselesi olarak bakmak, öncelikle evren tasavvurunun nasıl şekillendiğini gündeme almayı gerekli kılar. Evren tasavvuru, evrenin oluşumuyla başlayıp insanın yaratılışı, görevleri, yaşayış tarzı ve ölüm sonrası hayatıyla devam eden bir boyuta işaret eder. Bunun merkezini oluşturansa şüphe yok ki insanın yapıp etmelerinin anlatımı tarih düşüncesinin içeriğini meydana getirmektedir. İnsana özgü en üst şuur durumlarından biri olan kendilik bilinci de tarih düşüncesiyle doğrudan bağlantılıdır.

Öte yandan, modern dönemde evren tasavvurunda meydana gelen önemli dönüşümler tarih düşüncesini sarsmakla kalmamış, derinden etkilemiştir. Tarih düşüncesinde vuku bulan dönüşümler, yeni tarihçilik anlayışını, tarih bilgisinin sorgulandığı tarih felsefesinin ve insanlığı bütünlüklü şekilde anlatmanın bir yolu olarak tarih metafiziğinin meydana getirilmesini sağlamıştır. Kabul etmek gerekir ki tarihyazımı, tarihin açıkça geçmişin şeffaf bir ifşası olmadığının göstergesidir, zaten tarih, geçmişin temsillerinin kavrayışını değiştirerek okuyan kişinin dünya telakkisini etkilemeye çalışan retorik bir sanattır.

Elbette anlama odaklı insanlık tarihinin şöyle bir özelliği vardır: Başka insanları konu alan bilginin işlemleri ile fiziksel fenomenleri anlamamızı sağlayan işlemler aynı değildir. Yeniçağ Avrupa düşüncesinin olgunlaşma dönemi sayılan 18. ve 19. yüzyıllarda görülen tarih metafiziklerinin hangi şartlarda ve hangi sebeplerle ortaya çıktıkları, hangi kavram örüntülerinden ve ilkelerden hareket ettikleri dikkate alınmalıdır. Çünkü modern zamanlarda İslâm dünyasındaki ayrılıkların, belirsizliklerin, şüphelerin;  uzun yıllar hayatiyetini sürdüren kurumların, kültürel mirasın, İslâmcılığın çok farklı bir şekilde kavranmasının temelinde de bu yatmaktadır.

Günümüz dünyasında modern zihniyetin neden hâkim olduğunu, küreselleşmenin niçin kolaylıkla benimsendiğini anlamak, kimliksizleşmenin gerekçelerini görmek ve bu sorunlardan kurtulmanın yollarını aramak için tarih metafiziklerine başvurmak kaçınılmaz bir gerekliliktir.  İktisadi ve siyasi yapıdaki değişikliklere bağlı olarak gelişen modern değerler, toplumun geleneksel değerlerinin sorgulanmasına yol açmıştır. Modern toplumun ihtiyaç duyduğu din dışı bir evren tasavvurunun nasıl bir yapıya sahip olması gerektiği problemi, başta Kant, Hegel, Comte ve Marx olmak üzere tarih konusuna eğilen belli başlı düşünürlerce değerlendirilmiştir. Bu düşünürler ve onların tarih metafizikleri, felsefe ile toplum sorunları arasındaki ilişkinin çok güçlü olduğunu ortaya koyan en açık örneklerdendir.  Ekonomik, kültürel ve siyasi bir faktör olması hasebiyle iyiden iyiye belirginleşen modern dünyayı her yönüyle biçimlendiren Sanayi Devrimi, liberal devrim ve Fransız İhtilali olmak üzere üç gelişme yaşandı. Buna bağlı olarak ortaya çıkan yeni değerler ve akabinde vuku bulan bunalımları aşmak için evren tasavvurunun yeniden oluşturulması sorunu, tarih metafiziklerinin itici gücü olmuştur.

Müslüman toplumlar tarihin belli dönemlerinde karşılaştıkları yeni durumları, yaşadıkları ağır buhranları aşmak için İslâmî referanslar, anlamlar, temeller doğrultusunda çok yoğun, çok nitelikli çaba sarf etti. Kavramsal emperyalizme maruz kalınan modern zamanlar da bunun dışında değildi. Mesela Said Halim Paşa’nın Osmanlı ve Batı dünyasının sosyal düzenine, tarihsel tecrübesine ve inanç/itikat değerlerine ilişkin tespitlerinin İslâmcı ideolojinin özgünlüğü bağlamında epey önemli olduğu söylenebilir. Günümüzde de modern düşüncenin ve tarih metafiziklerinin en önemli kavramları arasındaki akıl, özgürlük, ilerleme, tarihte anlamın olup olmadığı, çöküş, gaye, köken sorunları eleştirel bir tarzda ele alınıp ve toplumsal değerlere nasıl dönüştükleri İslâmî cihetten sorgulanmalıdır.

Dünyada, insani işlerin gidişatına ve bunların anlaşılmasına hükmeden husus şudur: Her tasarıyı belirleyen bir varsayım ve birtakım davranışların ardında da bir tasarı olduğunu kendimizden bilir, başkasında da yeniden görürüz. İslâm’ı siyasi ve sosyal alanda sınırlamaya çalışan tüm girişimlerin adı durumundaki Kemalizm’le Müslümanların failliğini vurgulayan İslâmcılık mantıklarının hâlâ ümmet genelindeki büyük çatışmaları yapılandırdığı söylenebilir. İşte bu yüzden Müslümanların sadece kendi dinlerini bilmelerini değil fakat aynı zamanda kendi tarihlerini bilmeleri de gerekli. Tarihsel bir hassasiyet olmaksızın dinimizi anlamaya dair herhangi bir çabanın doğallıktan yoksun olacağı ve oryantalizmi yeniden üretip güçlendireceği son derece açık. İslam ümmeti genelinde Müslüman otonomisini savunanlar ile buna karşı çıkanlar arasında sarmal bir çatışma var. Zaten halifeliğin cazibesi, Müslümanların mağdur yerine fail olabilme; adil, sorumlu ve yetkin hükûmetlere sahip olabilme ihtimallerinin bir sembolü olmasıdır. Dolayısıyla hilafet, Müslümanlar arasındaki millî, mezhepsel ve etnik ayrımları aşan büyük bir gücü temsil etmektedir.

Türkiye’de yüzyılı aşkın bir zamandır yaşanan değişim, Cumhuriyet dönemindeki kırılmalar kamuoyunda hep tartışıldı. Tarihçinin elinden çıktığı şekliyle yaşanan, aktörlerin yaşadıklarından bambaşkaydı. Çünkü sanki başka bir gezegenden geliyormuş gibi yeniden kurgulanan tarih birçok ‘tarihî gerçeği’ milliyetçiliğe kurban etmişti. Zaten milliyetçi ideolojiler; kurguyu hazırlarken maziyle bugünü birleştirir ve maziyi bugünün ideolojik süzgecinden geçirerek yeniden tasarlar. Bir yanıyla tarihe dayanan edebiyat tarihi de bu yeni kurgudan nasibini almıştır.

 Gözümüze görünen şekliyle Anadolu’ya yoğun vurgu yapan Türkçüler, ulusalcılar ve sol nedense bu insanların benimsediği ve kabullendiği imanlarının bir parçası şeklinde gördükleri İslâmî temel metinleri değil de ‘sözlü kültürü’ merkeze alıp buna yoğunlaşırlar. Bu nedenle halk edebiyatına büyük bir kutsallık atfedilmiştir. Talihsizlik şu ki basit hakikatlerin can sıkıcı temayülleri vardır: Hakiki hakikatlerin yerine geçerler. Türkiye’de şu ya da bu şekilde öze dönüş yaşandığını belirten tarihçilerin, resmî tarihin, bir yerde tüm tarihi Cumhuriyet’le başlatması buna karşılık da daha önceki geçmişi yok sayması yaklaşımına karşı çıkmaları sebepsiz değildir.

Belirli bir bilme şekli olarak tarihin özü de amaçları da seçilen bakış açısına bağlıdır. Yakın bir zamana kadar tarihçiler, Osmanlı İmparatorluğu’na 19. yüzyılın standartlarıyla yaklaştılar. Fakat yaşanan gelişmeler bilme biçimlerimizi temelinden değiştirdi. Artık İslâm toplumlarını izole birimler şeklinde çalışmak ya da Osmanlı tarihini Batı merkezli okumak mümkün değildir. Çünkü Osmanlı bizzat yaşanmış olana aittir, tarihçinin bu yaşanandan inşa ettiği anlatıya özgü değildir; bu en küçük sohbette de aynı şekilde karşımıza çıkar. Bu arada şuna da dikkat edilmeli:  İslâm coğrafyası, Murabıtlar, Muvahhidler, Eyyubiler ve Memlükler gibi büyük ülkelerin dağılmasını görmüştür ancak bunların etkileri Osmanlı’nın çöküşünün meydana getirdiği tahribat kadar dehşet verici olmamıştır. Alın size bir düşünce ve duyarlılık olayı. Günümüzde Ortadoğu diye adlandırılan bölge, iki yüzyıldır yaşananları analiz etmek ve anlamak için tam bir laboratuvar konumundadır. Bu bölge şu ana kadar sadece siyasi bir sistem değil, tam bir kimlik olan Osmanlı’nın düşüşünün sonuçlarıyla başa çıkmak için bir çözüm bulamadı. Denilebilir ki Osmanlılar sonrası insanın temeyyüz eden en önemli özelliği birliğe dair şuur eksikliğidir.

Uzun zamandır tarihyazımına yön veren hâkim paradigmalar artık işlevini yitirirken müşterek hafıza önem kazanıyor. Esas olarak tarih, belgelerden edinilen bilgidir ancak, belgelerin hiçbiri olayın kendisi olamayacağından, tarihsel hikâye bütün belgelerin ötesine geçer. Son tahlilde tarih hafızanın çocuğudur. Hâsılı tarihçilerin kendilerini çevreleyen dünyanın ortaya çıkışını yorumlamalarındaki sürekliliklerle ilgilenirken ümmet merkezli müştereklikleri içeren irade ortaya koyan perspektifler geliştirilmelidir. Geri kalan her şey bunun sonucu olacaktır.

 Yeni sayımızda buluşmak temennisiyle.

                                                                                                                                   Umran


  • Sayı: 359
  • Sayı: 358
  • Sayı: 357
  • Sayı: 356
  • Sayı: 355
  • Sayı: 354
  • Sayı: 353
  • Sayı: 352
  • Sayı: 351
  • Sayı: 350
  • Sayı: 349
  • Sayı: 348