Düşünce Dünyamızın İstikameti -Buhranlarımız Ümit ve Yeni Bir Yön-

     Editör                                      Aralık 2018, Sayı: 292, Sayfa: 1

Klasik dönemde İslâm âleminin Yunan düşüncesine karşı verdiği tepkiye bakıldığında, ilk dönemde, genel olarak, harici düşüncenin etkin, dâhili/yerel (yani Müslümanlarca üretilen) düşüncenin ise edilgen pozisyonda olduğu görülür. Bu nedenledir ki, ‘felsefe’ önce çok taraftar bulmuş, daha sonra, Müslüman âlimlerin meseleye vakıf olunmasıyla birlikte, Yunan düşüncesinin popülaritesi azalmıştır.

     Çağdaş İslâm düşüncesinin teşekkülünden bu yana henüz yaklaşık bir asırlık bir süre geçmiştir. Bu, düşünce dünyamızın modern zamanların meselelerine cevap üretmekten öteye geçerek bir ekole dönüşmesi için yeterli bir süre değildir. Peki, bu durumda, gelişmelerin seyrini anlayabilmek için neye bakmamız gerekiyor? Tabii ki, fikri hareketliliğin devam edip etmediğine… İslâm düşüncesi bu süreç zarfında yavaş fakat gelişmeye doğru bir eğilim izliyor. Siyasal gelişmeler, kimi zaman bunu doğruluyor, kimi zaman yalanlıyor görünse de, İslâm âlemindeki ana dinamik budur. Mesela rahmetli Aliya İzzetbegoviç, bütün hayatı boyunca umudu ve iyimserliği hiçbir zaman elinden bırakmadı. O entelektüel oluşumunu alabildiğine açık tutarak beslenebildiği kadar beslenmiştir. Bergson’dan Heidegger’e kadar pek çok Batılı düşünürü okuduğu kadar İkbal’den Reşit Rıza’ya kadar İslâm coğrafyasının yetiştirdiği bütün önemli isimleri de ulaşabildiği kadar okumuştur.

     Son dönemlerdeki siyasi gelişmelere bakarak, İslâm âleminin durumunun gün geçtikçe daha da kötüleştiğine dair yapılan değerlendirmeler isabetli değildir. Zira bu türden değerlendirmeleri yapanlar, düşünce dünyamızdaki arayışları iyi göremiyorlar. Kaldı ki bütün dünyanın projeksiyonlarının Müslümanlara çevrilmesi hatta Batı’daki Müslümanlara dönük türlü projelerin hayata geçirilmesi boşuna değildir. Bu, bu dünyadaki ‘dâhili’ bir faktörün gün geçtikçe görece güçlenmesi nedeniyle oluyor. Fakat ‘tam tanıma’ gerçekleşmediği için, İslâm âlemi moderniteyeve onun alametlerine karşı bir ‘zafer’ kazanamıyor. Dolayısıyla, düşünce dünyasındaki zaaf, siyasal alandaki zaafı beraberinde getiriyor. Bu bakımdan yaşamakta olduğumuz durum krizi andırmaktadır, kaldı ki önceki nesiller bunu buhran şeklinde ifade etmişlerdi. Ümitsizlik yahut durağanlık/fetret vehmine rağmen düşünce belli bir istikamet doğrultusunda gelişiyor.

     Düşünce bahsi açıldığında karşımıza çıkan tarihi kayıtlar, isimlendirme ve sınıflandırmalar üzerinde, ciddi biçimde yeniden düşünme ihtiyacı doğurmaktadır. Adeta ezberlenmiş ve alışılmış gibi mesela hem İslâm düşüncesi ifadesi hem İslâmî ilimler benzeri isimlendirmeler ve hatta İslâm medeniyeti terkibi bile tartışmaya açılmalıdır. Ebu Hanife’den söz açıldığında, onu bir düşünür değil fakih olarak tanımamız bununla bağlantılı. İşte bu bakış tarzı, İslâmî değil düalist Batı etkisiyle gerçekleştirilmiştir. Eski adı mütehassıs olan tek bir alandaki uzmanlık, Müslümanlara yabancı idi başlangıçta. Numan bin Sabit, bir tüccar idi. Müslümanlar arasındaki şöhretini fıkıh alanında yaptı diye bilinir ama özellikle meselemiz düşünce olduğunda, onun asli sıfatı, rey taraftarı olarak karşımıza çıkar. Düşüncesine ve kişisel yorumlarına/içtihatlarına yönelik ilgi onu düşünce tarihimizin önderi yapmaya kâfidir.

     Şurası son derece açık; Yabancıya özenme; bir çeşit yabancılaşmadır. Hem insanın kendine yabancılaşması hem de toplumun kendine yabancılaşması sonucunu doğurur. Bir bakıma da tarihte sonuçsuz kaldığı defalarca tecrübe edilmiş mağlupların galiplere öykünmesi ve onları taklit etmesinin beyhûde tekrarından başka bir şey değildir. Yabancıya özenmenin varacağı nihai sonuç, yozlaşma, başkalaşma ve giderek yitiş, yok oluştur.

     Türkiye’de düşünce hayatına yön veren saikler öteden beri çok değişmiş değil. Hâliyle düşünce tarihçiliği de bundan nasibini alıyor. Düşüncenin sosyal ve siyasal alanla münasebetini kurmak isteyenlerde bile farklı zanlar belirleyici olabiliyor. Bu bağlamda merhum Erol Güngör’ün İslâm Tasavvufunun Meseleleri kitabının giriş ve sonuç kısımlarında altını çizdiği vaziyet elan geçerliliğini koruyor.

     Fetret toplumu sosyolojisinin getirdiği yabancılaşmadan kurtulmanın yolu bugünün şartlarında yaşadığının farkında olmaktır. Aynı zamanda kendisi olabilen, hayatın bir bütünlük ve süreklilik içerdiğinin şuuruna varmaktır. Tarihi köklere sahip çıkmakla birlikte onları aşılmaz, sorgulanamaz tabular olarak görmeyen, bugünü anlayan veyarına yönelen bağımsız ve özgün bir İslâm toplumu sosyolojisi oluşturmak ve bunu ihya, inşa ve imar etmektir.

     Zaman ve şartlar değişmiş; geçmişin kahramanları görevlerini yapıp tarihteki yerlerini almışlardır. Artık sorumluluk sahibi fertler olarak bize düşen onların olumlu ve olumsuz yapıp ettiklerinden ders alarak bugünün şartlarında var olmaya çalışmak, kayda değer ve sözü geçen bir özne olmanın gayretini göstermektir. Başka birdeyişle, tarih bilinciyle geleneği anlamak, kavramak, sindirmek ve ona yeni ve evrensel bir halka ilave etmek,buradan bugüne ve geleceğe tutunmaktır.

     Yeni sayımızda buluşmak temennisiyle…

                                                                                    Umran


  • Sayı: 364
  • Sayı: 363
  • Sayı: 362
  • Sayı: 361
  • Sayı: 360
  • Sayı: 359
  • Sayı: 358
  • Sayı: 357
  • Sayı: 356
  • Sayı: 355
  • Sayı: 354
  • Sayı: 353