Abdullah YILDIZ Şubat 2000, Sayı:66, Sayfa:1
Ne zaman ayetlerimiz kendilerine bütün açıklığıyla okunup ulaştırılsa , o bizim huzurumuza çıkarılacaklarına inanası gelmeyen kimseler, ‘Bize bundan başka bir Kur'an getir, ya da bunu değiştir’ derler. De ki: Onu kendi nefsimin bir öngörmesi olarak değiştirmem olacak şey değil. Ben yalnız bana vahyedilene uyarım." (Kur'an, 10 Yunus, 15) Günümüzde yukarıdan aşağı “Din de Reform” talebinde bulunanların ileri sürdüğü “İslam Dini"nin vaz’ettiği hayat tarzı ile hukuk prensipleri çağın gerisinde kaldı; o halde artık bu kurallara göre yaşanamaz; binaenaleyh dinin muâmelât ve ukûbâta ilişkin hükümleri ya iptal edilerek ya da modern hukuka uydurularak reforme (yani deforme) edilmelidir” şeklindeki argüman, 1400 yıl önce Kur’an’ın hükümlerini beğenmeyip de “başka bir Kur’an” isteyen inkarcıların argümanlarıyla hayli benzeş gözüküyor. Muhammed Esed, Kur’an Mesajı’nda (1/394) geçmişte ve bugün Kur’an’a itiraz edenlerin zımnen şunu demek istediklerini belirtiyor: “Bizim kendi görüşlerimize uyan bir öğreti/Kur’an getir.” Bugün, yönetici elitin dini kendi arzularına uydurup bir anlamda devletleştirmek istemeleri, bu söylemin ta kendisi değil mi? İmdi, yaklaşık yüzelli yıldan beri yenilgilerimizin ve Batı’dan geri kalışımızın yegane sorumlusu olarak İslam’ı suçlayan yönetici azınlık, zaten dinin muâmelât ve ukûbâta ilişkin kurallarını toplumsal hayattan tedricen ve zor kullanarak kaldırmış bulunuyor. Ancak İslami hukukun tedavülden kaldırılması, tepeden inme ıslahat ve devrim projeleriyle gerçekleştirildiği için, müesses Batıcı-laikçi sistemderin bir “meşruiyet krizi” yaşıyor; dini inanç ve amellerinden (uygulamalarından) asla vazgeçmeyen halkıyla da bu yüzden sürekli cedelleşiyor. Bu da bir yığın siyasal-sosyal gerilime, bunalım ve sıkıntıya yol açıyor. Yan müstemleke kültürün ürünü yönetici elitin iş bu “meşruiyet krizi”ni çözmek için giriştiği “dinde reform” denemeleri derin bir “kimlik krizi” ne sebebiyet verecek biçimde traji-komik dayatma ve cebir yöntemleriyle uygulanmak istendi. Tepedekilerin Avrupa’ya öykünerek hazırladıkları; ya da başka bir ifadeyle seçme ehliyetine sahip olmayan (!) halk yığınları için seçip beğendikleri bir ucube libas zorla insanlara giydirilirken genelde dini duygular hiç hesaba katılmadı. Zaman zaman -dine ve dindarlara rağmen- dinden onay alınmaya, daha doğrusu dini hayat da bu modern şablona uydurulmaya, tıkıştırılmaya çalışıldı. Böylece “altı kaval, üstü şişhane” türünden hilkat garibesi bir insan ve toplum tipi inşasına cüret edildi; adına da “dinde reform” denildi. Zoraki Türkçe ezan, Türkçe ibadet, camilere sıra denemesi, başörtü, sakal cüppe yasağı gibi örnekler bu garâbet anlayışın çeşitli yansımaları idi. Yukarıdakiler, hala bu dayatmacı zihniyeti terketmiş görünmüyorlar. Hala dini, bir “ayak bağı”, bir“gerilik nedeni” olarak görmeye devam ediyorlar. Dinin özünde mevcut bulunan kendini yenileme, (teceddüt, ihya, içtihat) potansiyelini harekete geçirip Kur’an’ı çağın şartlarına göre yeniden okuma ve yorumlama çabalarının önünü açmak yerine bu “pâ-bend-i terakki”den(!) kurtulmak için dinin “olmazsa olmazlarını” ortadan kaldırmaya veya dini kuşa çevirip manipüle etmeye yönelik “dinde reform” önerilerini yineleyip duruyorlar. Diğer yandan da dinin reforme edilmesi gerektiğine kamuoyunu ikna edebilmek için, dini görünürlüğün dini yapılanmaların en uç, en itici, en kaba biçimlerinin kurgulanıp sergilenmesini tezgahlayabiliyorlar. Bugün karşı karşıya olduğumuz devasa soru şudur: Acaba derin elitlerimiz, bir yandan dini devletin emrine râm etmek için “dinde reform” havucunu sunup, öbür yandan da “aşırı dincileri temizleme” bahanesiyle gözdağı vererek dini ve geniş bir dindar kesimi ehlileştirmek suretiyle; her alanda tıkanmış bulunan kokuşmuş sistemin bütün sorunlarını da kapısını araladıklarını sandıkları Avrupa Birliği’ne havale ederek işin içinden sıyrılabilecekler midir? Mesele bu kadar basit midir? Umran, “Dinde Reform Tartışmaları” dosyasıyla bu temel problemin anlaşılmasına katkıda bulunmayı amaçlıyor.