Abdullah YILDIZ Mart-Nisan 1992, Sayı:6, Sayfa:1
Selamün Aleyküm, "Geçmişler geleceğe, suyun suya benzemesinden daha çok benzer. "Ünlü tarihçi İbn Haldun, son birkaç ayda meydana gelen siyasal gelişmelerle, yakın geçmişteki azı olayların inanılmaz benzerliğine bakarak mı bu hükme varmıştır? Bir bakıma evet! Çünkü O'nu, bu yargıya ulaştıran: 14. yüzyıldaki olaylarla geçmiştekilerin benzerliği hatta ayniyeti idi. Gerçek şu ki; zaman ve mekan değişse de olayların temelinde yalan tarihsel kurallar değişmiyor. Yani tarihdünden bugüne tekerrür edip duruyor. Zira olaylara yön veren, siyasal ve sosyal kurumlara vücut veren, savaşlarda ve barışlarda rol alan insan. Hz. Adem'den beri aynı insan... İnsan değişmiyor ki, olayların mantığı da değişsin. Son ayların gündeminde ilk sıraları işgal eden olaylara bakınız: Adeta Birinci Dünya Savaşı yıllarındayız. 20. yüzyılın başlarındaki gelişmelerle, yüzyılın sonundaki olaylar ne kadar da benzerlik arzediyor! Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmaya başlamasıyla Balkanlar'da yaşanan manzara, şimdi Yugoslavya mozayiğinin parçalanmasıyla yeniden yaşanıyor. Üstelik Balkanlar'daki kaostan yararlanmayı amaçlayan güçlerle, bundan zarar gören unsurlar da neredeyse aynı. Dün Balkanlar'ı Osmanlı'dan koparıp parçalayanlar Avrupa devletleriydi, bugün de Yugoslavya'yı dağıtanlar, Almanya'nın başını çektiği AT ülkeleri. Zarara uğrayanlar ise, yörenin zavallı halkları ve özellikle de müslümanlar. Slovenya ve Hırvatistan'ın bağımsızlığını tanıma konusunda yangından mal kaçırırcasına acele davranan Almanya ve yandaşlarının, Bosna-Hersek ve Makedonya'nın bağımsızlık ilanını kaplumbağa hızıyla (anımalan hem Batı'nın çifte standardını ortaya koyuyor, hem de Yugoslav Federal Ordusu desteğindeki Sırp militanların müslümanlara saldırmasına adeta davetiye çıkarıyor. Ve dünya müslümanları Ramazan Bayramına sevinçle girerken, Bosna-Hersek müslümanları bayramla birlikte korkulu, endişeli ve kanlı günler yaşamaya başlıyor. Öte yandan Çarlık Rusya'nın 1917 "Bolşevik İhtilali" ile yıkılmasından sonra Kafkaslar ve Orta Asya'da ortaya çıkan durum; Sovyetler Birliği'nin 1992 "Gorbaçov-Yeltsin İhtilali" ile dağılmasından sonra yeniden canlanıyor. Çarlık Rusya'nın enkazı üzerinde kurulan Müslüman Türk devletleri, 70 yıllık Komünizm esaretinden sonra bu kez Sovyet enkazı üzerinde tekrar filizleniyor. Adeta bu coğrafyada tarih belli periyodlarla yeniden yaşanıyor. İşin ilginç yanı 1915'lerde Çarlık Rusya'nın işgalinden yararlanıp Doğu Anadolu'da, 1917'lerde de Bolşevik ihtilali sonrasında kuvvet ve otorite boşluğundan yararlanarak Kafkaslar'da akıl almaz katliamlar yapan Ermeni çeteleri, bugün de aynı hunharlık ve gözü dönmüşlükle Karabağ'da katliamlarını sürdürüyorlar. Destekçileri ise dün de, bugün de aynı. Yine Fransa, İngiltere ve hatta Rusya. Diğer yandan, Birinci Dünya Savaşı öncesinde Ortadoğu'nun zengin hammadde ve enerji kaynaklarına göz diken ve müslüman Arapları "pan-Arabizm" hülyaları ile Osmanlı'dan koparıp sömürü ağına dahil eden Batılı, emperyalistler, Sykes-Picot ve Sevr paylaşım anlaşmalarının uygulanamayan maddelerini de tatbik sahasına koyma peşindeler. Dün İngiliz altınları sayesinde hortlatılan Arap krallıklarıydı; bugünse Alman markları ve silahlarıyla Kürdistan tezgahlanıyor. Olaylar olaylara, tezgahlar tezgahlara ne kadar da benziyor! Üstelik politikacılarımızın Osmanlı'nın son döneminden bu yana bu tür olaylar karşısındaki kişiliksiz, onursuz ve dış güdümlü tavrı da hiç değişmemiş. Fransız, ya da Amerikan, İngiliz yahut Alman veya Rus yanlısı devlet adamları o gün de vardı, bugün de var. Kısaca dış politikamız da aynı esaslar üzerine oturtulmuş: Batı'yı mennun etmek, onları küstürmemek, her konuda ilk işareti ve onayı onlardan almak, yüce(!) desteklerini sağlamak... Dışarıya yönelik olarak birşeyler yapabileceksek de hiç olmazsa onların taşeronluğunu kapabilmek... . Evet; olaylar olaylara, insanlar insanlara, yani geçmişler geleceğe, suyun suya benzemesinden daha mı az benziyor?